Yaratım Sürecinde Dişil ve Erilin Rolü
Dünya dişinin etrafında tüm yaratıcılıkları ve eserleri ile dönen eril hikâyeleri ile doludur.
Napolyon şaha kalkmış atının üzerinde, parmağı ile işaret ettiği İtalya zaferini aslında unutamadığı aşkı Josephine göstermektedir.
Nobel ve Oscar ödüllerinin teşekkür konuşmalarına dikkat edin ya da yazarların kitaplarında ki teşekkür bölümlerine, her başarı ile sonuçlanan bir yaratım hikayesi dişil eşe yapılan minnet ve şükran duyguları ile taçlandırılır.
” Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” deyimi de yine eril’in dişi adına yarattığının göstergesidir.
Sanat tarihi de eril’in yaratım için ön planda olduğunu ama geride hep bir dişinin varlığını göstermektedir.
Ortaçağdan Romantik döneme kadar yaşamış 1020 klasik bestecinin hepsi erkek olup bugün klasik müzik dünyamızı oluşturan 130.000 in üzerinde eser yaratmışlardır.
Tıpkı klasik besteciler gibi, resim, heykel, mimari alanlarında son 700 yıldır yaratılan hemen hemen tüm eserler eril sanatçılar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bellini den Raphael’e, Leonardo dan Picasso’ ya; Caravaggio, Vermeer, Boticelli, Ingres, Monet Manet Sisley, Van Gogh, Lichtenstein, Warhall, resim sanatını yaratan erillerden yalnızca birkaçıdır.
Corbusier, Wright, Mies van der Rohe,Sotsass, Botta mimariyi şekillendirirken, Phytagoras, Sokrat, Plato, Plotinos, Aristo, Lao Tzu, Augustinus, Sheakespare, Descartes, Darwin, Balzac,Tolstoy, Kafka, Nitche, Marx, Russel, Freud,Jung, Perls, Maslow, Rogers ve daha birçok düşünür ve yazar zihinlerimizi şekillendiren yaratıcı eriller olmuşlardır.
Newton, Bohm, Einstein, Hawking evrenin gizlerini ortaya çıkarmışlardır.
İnsanlık tarihi boyunca eril olan peygamber olmuş, asker olmuş, fetihler ve savaşlar yapmış bilimi teknolojiyi geliştirmiş kıtaları keşfetmiş aya ayak basmıştır.
Dünyamızda her alanda yapılacak bir araştırma bize hemen her konu için ilk akla gelen 3 isimin eriller üzerinde yoğunlaşacağı tahmini yürüttürmektedir.
Sanki içinde yaşadığımız dünyayı erkekler yaratmış, kurmuş ve geliştirmiş gibidir.
Bunun gibi geliştirilebilecek örnekler, bize yaşadığımız dünyanın realitesinin ataerkil olmasından öte bir gerçekliğe sahip olduğunu düşündürtmelidir.
Dünyamıza dair bu tablonun anlamı, basitçe ; ‘erkek egemen medeniyeti ‘gibi feminist bir söylemle açıklanamayacak kadar derindir.
Özellikle bu yaratım faaliyetlerinin kaynağında, bir dişiye duyulan tutkunun yattığı düşünülürse; tezimizin bu erille dişil arasında olan çekim ve yaratım faaliyetinin tüm dinamiklerini içermesi gerekir.
Bunlar dişil, eril ve yaratıcı enerjidir.
Gerçektende erkek bir tavus kuşunun tüm olanaklarını yani rengârenk kuyruğunu dişisinin ilgisi ve onunla birleşme isteği için sergilemesi gibi eril insanoğlu da dişisinin sevgisi ve onla birleşme isteği için bütün yaratıcı eylemlerini ortaya döker.-Bu arada hayvanlar âleminde iri, süslü ve yaratıcı tarafın eril taraf olduğunu hatırlatmaya sanırım gerek yoktur.-
Tıpkı hayvan dostlarımız gibi insan eriller de dişi ile fiziksel ve ruhsal birlik için, kıtaları keşfedip, takdirler alacağı zaferler getirirler, en güzel şiirlerini yazarlar, ya da iş yerindeki başarılarını böbürlenerek anlatırlar.
Eril daha çocukluğunda kumdan kalesini bitirir bitirmez dişisini yani annesini kolundan çekiştirip marifetini göstererek başlar dişinin kalbini kazanma koşuşturmasına.
İster sosyolojik boyutlarda olsun isterse ilişkiler ve psikoloji boyutunda hepimiz dişil ve onun aracılığı ile ulaşılan aşk için dağları delmeye hazırızdır. Gündelik yaşamımızda dişille kurulabilecek bir beraberlik için bir erilin nasılda kendisine çeki düzen verip marifetlerini göstermeye ne kadar istekli olduğunu hepimiz yakından biliriz.
Eril ve dişil varoluş içerisinde kozmik bir dans yaparken onların birlikteliği bize gözlemlenebilecek olan evreni doğurmaktadır.
Evrenin ayrı fakat, birbirlerini tamamlayan iki enerjisi olan dişil ve eril’in farklı tanımlardaki pozisyonlarına bir bakış atalım isterseniz.
Karanlık dişil ışık ise erildir. Işığın içindeki renk kuşağı tavus kuşunun dişisi için sakladığı kuyruğu gibidir ve ancak karanlığın yarattığı boşluğun ya da alanın içerisinde kendisini gösterebilir.
Tat erildir tatsızlık ise dişildir. Dilin tadı tatsızlıktır böylece tatlar tüm çeşitliliklerini bu imkan ve boşluk içersinde gösterebilirler.
Böylece dil mükemmel bir dişi olur ve tatların tüm geçit törenini kendi üstünde gerçekleştirmesi için o mükemmel edilgen görevini yerine getirir.
Irmak ve yatağı, yine dişille erilin kozmik dansına örnektirler.
Irmak tüm yaşamı içinde taşırken, yatağı onun gideceği yönde şekillenerek devingen suyun istediği akışı yapmasını sağlar.
Diğer taraftan akarsu aynı zamanda içindeki yaşama ortam sağlaması ile dişil olarak tasvir edilebilir.
Irmak, içinde yaşayan tüm canlılar için besinleri, ısıyı ve akıntıyı sağlar. O da tıpkı ana rahmi gibi içinde şekil alan yaşamın ortamını oluşturur.
İçindeki canlıların suya duydukları ihtiyaç ise aralarındaki çekim gücü olarak açıklanabilir. Böylece eril dişil ve aralarındaki çekim gücünden oluşan üçlü dinamik bir kez daha doğada kendini bizlere gösterir.
Yine bunun gibi güneşi dişil ve dünyayı kendi etrafında döndükçe kendini baştan yaratan eril olarak tanımlayabiliriz. Ve tabi ki aralarındaki çekim gücünü de birbirlerine kavuşma arzusu veya özlemi olarak nitelendirebiliriz.
Burada güneşin yarattığı yüksek çekim gücü eril dünyanın deviniminin kaynağı olur.
Dünya dişisinin yani güneşin etrafında dönerken kendi etrafında defalarca döner ve durmadan yaratır. Dişisi ise dünyaya bu yaratımlar için ihtiyaç duyduğu tüm enerjiyi gönderir.
Felsefi bakış söz konusu olduğunda kozmosa dişil ve eril olarak temel bir dualitenin bakış açısından bakabiliyoruz.
Bu açıdan bakarken kozmik akışı harekete geçiren temel bir enerjiye ihtiyaç duyarız.: Varoluşu dişil ve eril olarak bölerken tüm hareketin ve değişimin kaynağı olan enerjiye.
Dişil, eril ve aralarındaki enerji tüm evrensel yaratımı gerçekleştirirken biz bu üç unsurun yaşama yansımalarını deşifre ederek dişilin ve erilin rolüne ulaşabiliriz.
Bunun için öncelikle bu dinamikleri tanımlamalı daha sonra onları varoluş içerisinde gözlemlemeliyiz.
Bu gözlem bize hem türümüzün, hem de soyut olan eril ve dişillerin rollerini okumamızı sağlarken kendi doğamızı gerçekleştirme şansını getirir.
Dişil ve erili tanımlarken, yaratım faaliyeti içerisindeki anahtar rollerini de ortaya çıkarabiliriz.
Dişil genel bilginin aksine yaratan değil yarattırandır. Eril yaratırken; ona imkan, alan ve motivasyon veren taraftır.
Eril dolu iken dişil boştur. Bu boşluğun içerisinde eril yaratım için alan bulur. Aynı zamanda dişil imkân verendir. Eril ise bu imkânları kullanarak yaratandır.
Son olarak dişil arzuyu aşılayandır: Eril dişille birleşme arzusu ile motive olur ve yaratım faaliyeti için ona gereken enerjiyi ortaya çıkarmış olur.
Tanımlarımızı örneklerle açıklayalım. Dişil için bilinenin aksine yarattıran eril için ise yaratandır dedik.
Evet; bunun için ceninin geliştiği rahmi düşünelim. Rahim dişildir o boşluktur ve bu boşluk sayesinde cenin gelişebilecek alan bulur. Cenin erildir
Rahim yani anne aynı zamanda ceninin gelişmesi için tüm besinleri, sıvıyı, ısıyı cenine sunar.
Burada cenine bir zorlama yoktur, o tüm imkânları ve alanı kendi kalıtsal programı doğrultusunda alır ve kendi gelişimini yani yaratımını tamamlar.
Annenin rahmi ceninin yani erilin kendi kendini yaratım süreci içerisinde yine cenin tarafından genişletilir. Onun genişliği baştan hazır değildir. Ancak dişil erilin istemesi durumunda ona genişleyeceği alanı esneyerek sağlar.
Cinsel birleşme tam olarak böyle gerçekleşir. Aktif olan, yaratan ve boşluğa ihtiyacı olan erildir. Dişil erile uyumlanarak ona geçiş sağlar. Böylece fiziksel birleşme sağlanır.
Boşluk ya da alan vermek yaratım faaliyeti için dişilin onay vermesidir.
Ceninin, dünyanın ya da evrenin durduğu boşluk ya da rahim ;dişildir.
Ve cenin, dünya ya da evren; yaratımı, çeşitliliği ve değişimi ortaya çıkaran erildir.
Bu analojilerden hareketle dişilin insan formuna girdiğinde yaratım faaliyetinin motivasyon-enerji- kaynağı, erilin ise yaratım faaliyetinin uygulayıcısı olduğunu ve yaratılanın ise ancak ikisinin birlikteliğinde oluşabileceğini söyleyebiliriz.
Eril yaratmak için sahip olduğu evrensel yeteneği dişilin varlığı ile bütünleşme arzusu ile harekete geçirmekte ve kozmik dans böylece başlamaktadır. Dişil de erkeğin yaratım için sahip olduğu sonsuz potansiyel için tüm imkân ve alanı ona vererek şovunu yapmasını sağlamaktadır.
Bu bağlamda hem eril hem de dişil birbirleri için kozmik yaratımın gerçekleşebilmesi için varolurlar.
Aslında gündelik koşuşturmaların ve ilişkilerin temel dinamiğini oluşturan bu kozmik kural bize rollerimizi tasarlamış bulunmaktadır.
Böylesi bir tasarımın sonucu olarak bir kadın ya da erkek eşinin tüm faaliyetlerinin; kendisine ulaşmak, fiziksel ruhsal ve kozmik olarak onunla birleşmek için olduğunu kavrayabilmelidir.
İlişkilerimiz konusunda çoğunlukla berrak bir anlayışa sahip değilizdir.
Bu durum yaşamı bizim için pek kolaylaştırmaz. Kadın Erkeği erkek de kadını anlama gayreti ile sürdürür yaşamını. Aileden toplumsal ölçeğe kadar eğitim felsefemizde kendimizi tanımak pek işlenmez. Bu türlü bir eğitim, ancak akademik seviyede bazı uzmanlık dalları içinde yer alır.
Bu dallarda dahi birey öğrendiklerini kendisine uygulamakta doğal bir zorluk çekerken, yaşamı boyunca kendisi yerine diğeri ile ilgilenmekle uğraşmış kişiler kendilerini çıkışı olmayan bir kavgaya tutuşmuş bulurlar.
Dişil ya da eril olsun kişinin evrensel senaryo içersindeki rolünü kavrayabilmesi ve yaşamına anlayışı getirebilmesi için dikkatini kozmik dişile ve erile vermesi gerekmektedir.
Dişilin doğurganlığı bugüne kadar onun yaratıcı unsur ile eşdeğerliğini çağrıştırmıştır. Ancak biraz ince bir gözlem ile yukarıda da belirttiğimiz gibi yaratanın eril olduğunu ortaya çıkarır. Dişilin yaratım faaliyetinde ki rolü yaratıcının yani erilin ortaya çıkaracağı eser için vereceği ortamla tanımlanabilir.
Gündelik yaşamda eril yaratıcı faaliyetlerde bulunurken dişil ise ona yapacakları için asistan görevi gören roller üstlenir.
Günümüzde kadınla erkek arasında gitgide değişen rolleri bir yana bırakırsak, dişil toplumsal yaşamda da yaratan erilin önünde durmak yerine destekleyici olan arka planda olmayı doğal olarak gerçekleştirebilir.
Bir ameliyat odasında cerrah eril bir yaratıcıdır, diğer taraftan dişil hemşireler ise cerrah hastayı iyileştirirken ona sanatını yapması için mükemmel bir asistanlık görevi görürler. İyi hemşireler Cerrahlarının neye hangi anda ihtiyaç duyduklarını sezerler ve çok az sözlü talebe ihtiyaç duyarak ameliyat sürecindeki imkan ve ortam sağlama görevlerini yerine getirirler.
Üstelik bunu yaparken doğalarından gelen bir tatmin ve başarı duygusunu yaşarlar. Ve sanırım tıp dünyasında yapılacak bir anket Cerrahların cerrah asistan hemşirelerinin de hemşire olmaktan dolayı mutlu olduklarını ortaya koyacaktır. Bu yalnızca bir seçim meselesi değildir. Bu evrensel doğamızın bizi ittiği toplumsal rolün icra edilmesidir. Eril bir cerrah, pek kolay asistanlık yapamayacak bir insandır. Bir dişil hemşire ise kendi görevini cerrahlığa tercih edecektir.
Diğer taraftan konu iyileştirme, şifa vermek ve bakım yapmak olduğunda dişil ön plana çıkar ve genelde erkeklerin tercih etmeyeceği bu rolü yine doğal yetenek ve başarısı ile gerçekleştirir. Bir erkek doktor dahi olsa eşi ya da çocukları hastalandığında bakım ve şifa vermek konusunda hiçbir zaman dişisi kadar becerikli değildir. Bu konu kadınların işidir ve bunu mükemmel bir sabır ve şefkatle yaparlar.
Dişilin rolü yukarıdaki gibi bir bakım içeren rolde, yaratıcılık değildir, o, eril yaratıcısını iyileştirip güçlendirerek onu ilerde yapacaklarına hazırlar.
Eşinize sorun, eğer gerekiyorsa otomobili kullanır ancak o seçme şansı olduğunda erkeğine yardımcı pilotluk yapmayı tercih edecektir. Bir kadının açısından detaylara dikkat edişi ve sağladığı bilgi ile otomobil kullanma faaliyeti onun sayesinde olabildiğince mükemmel ve güvenli gerçekleştirilir.
Diğer taraftan erkeğin rolüne özel tipik bir durum ise yaratacağı eseri tamamen kendi başarısı ile yaptığını düşünme ve bunu dişisine bir sürpriz kutusunda hediye etmesidir.
Bu bakımdan onun yaratım faaliyeti sürecinde gerçekleştirdiklerinin eşzamanlı hatırlatılması, dişil ile paylaştıkları rollerin uyumunu bozacaktır.
Aynaya bakmış ve gelen aracı görmüş olan koca eşin bu uyarısını kendi yaratım faaliyetinin özelliğini ortadan kaldırdığı için sinirlenerek karşılayacaktır.
Bir cerrahın yaptığı işe asistan hemşirenin karışması ile aynıdır bu durum.
Yaratım faaliyeti erkek için özel ve gizli bir süreçtir ve derinde dişile gösteriş amacını her zaman saklı tutar. Bu bakımdan rollerin icrasındaki kaymalar taraflar arasındaki çatışmayı doğurur.
Eril için yaratıcılık başarı ise dişil için yaratanı yaşatmak başarıdır.
İnsanlık tarihindeki tüm yaratıcı faaliyet eril enerjinin eseridir ve bu eril enerji ister bir kadının içinde olsun ister bir erkeğin, ikisi içinde değişmeyen gerçektir. Kadın dünyaya yaratmak için gelmemiştir, onun rolü yaratacak olana ihtiyaç duyduğu boşluğu vermektir.
Diğer taraftan kadının içindeki eril enerji harekete geçer ve biz yaratan kadınlara tanık oluruz. Tarihte ve özellikle son 30 yılda yaratım faaliyetine daha sık katılan kadınlar aslında içlerindeki eril enerjiyi harekete geçirmiş olan kadınlardır.
Tekrar hatırlatmalıyız ki rollerin paylaşımı medeniyetimizin eril merkezli bir medeniyet olmasından kaynaklanmamaktadır. Bu paylaşım; daha çok kozmik doğanın medeniyeti, medeniyetinde rolleri şekillendirmesi ile açıklanabilir.
Dişilin ve erilin özellikle son yüzyılda bir diğerinin rolüne yaptığı geçiş ise,
İnsanoğlunun içindeki eril ve dişil enerjilerin değişen dinamiğine güzel bir örnektir. Evet, bir erkek fiziksel açıdan erkek olsa da dişil yönünü geliştirip bir kadının üstlendiği toplumsal rollerden bir kısmını gerçekleştirebilir.
Bunun gibi bir kadın da erkeğin rolünü ve sorumluluklarını içindeki eril enerjiyi geliştirerek gerçekleştirebilir.
Kadın ve erkek için ,yakın ve uzak çevrenin beklentisi,ekonomik ve sosyal koşullar ve psikolojik anıların etkisi ile gerçekleşen rol kaymaları olabilmekte, rolün icracısı ise dışarıdan yeni duruma adapte olmuş görünmektedir.
Değişen roller ve hatta değişen cinsel tercihleri kapsayacak bir araştırma bu alanda iki cinsiyetinde orijinal rollerine ait tercihlerini ölçmek açısından ilginç olacaktır.
Böyle bir araştırma da rollere ait kozmik tasarımdan uyarlanan sorular bireyin tercihlerini ve orijinal cinsiyetini ortaya çıkarabilecektir.
Bu araştırmanın ortaya çıkaracağı bir başka sonuç ise içlerindeki eril ya da dişil enerjileri cinsiyetlerinin aksine yönünde değiştirmiş olanların yani rollerini değiştirmiş olanların mutsuzluklarının deşifre edilmesi olabilir.
Dünyamıza baktığımızda varoluştan gelen rollerini kavrayamamış ve bu yüzden de mutsuz kadın ve erkekler görmekteyiz. Bu insanların mutsuzluklarının kaynağı kendi rollerinin gereğini ve gerçek ihtiyaçlarını öğrenememiş olmalarıdır.
Erken yaşlarda çocuk diğer cinsteki ebeveyni ile yakın ilişkiye girer. Bu ilişki onun dişil ve eril rolleri tanımaya başladığı ilk dönemlerdir. Kimi zaman hemcinsi olan ebeveynini modelleyerek kimi zaman ise eleştirel bir modifikasyon ile diğer ebeveyni ve temsil ettiği cinsiyet yani eril ile ,ileri ki yıllarda yapacağı birleşmenin provalarını yapar. Böylece kendi rolüne ısınırken iki rolün aslında birbirinden ayrıldığını kavrar.
Ancak, yetişkin olana kadar rollerin kozmik doğası çevresinde ne teorik olarak ne de pratik olarak bireyin gözlem alanına girmediği için zaman içinde kendisine ve karşı cinse karşı yabancılaşır.
Artık hem, güvensizlik hem de birliktelik arzusu iki tarafında içinde yaşam boyu sürecek olan çatışmayı doğuran dinamikler olur. ‘Ne senle, ne de sensiz’ durumu bu çatışmanın güzel bir dışavurumudur.
Bir kadın temel olarak korunmaya ve güvene ihtiyaç duyarken, bunun hemen ardından dişil doğasından gelen itki ile yaratım ortamını ve bunu verebileceği erilini arzular. Bir eril ise öncelikle yaratımı sağlayabileceği ortam ve eserini sunabileceği dişili arzularken, hem güven duyulmayı hem de alkış dolu beğeniyi arzular.
Yaşadığımız evrende bir kadının yüzündeki gülümseme erkeğin zaferidir! Öte yandan dişil ise erilinden, edilgen ve dikkat isteyen narin görevi için takdir ve sevgi beklemektedir.
Oysa dünyamız karşılıklı anlayışsızlığın çatışmaya döndüğü çatışmanın ise uzaklaşma ve yalnızlığı doğurduğu ilişkilerle doludur. Üstelik bu ilişkilerin temelinde yatan; birbirini mutlu ederek ruhsal boyutta birleşme niyeti, paradoksal bir biçimde aynı ilişkiyi bitiren enerjiye dönüşmektedir.
Eril ile dişil arasında birleşme arzusundan kaynaklanan bu güdüleyici enerji, eğer o an yaşanan ilişkide tatmin edilmezse ya bir başka ilişki ya da umutsuzluk ve öğrenilmiş çaresizlik ile bireylerin yaşamını yönlendirmektedir.
Bu yönlendirmeyi gündelik yaşamda eşi ile mutsuz olan kadının içindeki erili geliştirip yaratım faaliyetlerinde bulunmak istemesini, ihtiyacı olan takdir beklentisini eşi yerine toplumdan gelecek ikincil beğeni ile almaya çalışırken görebilmekteyiz.
Kadınların yaratım faaliyetinde özellikle iş dünyasındaki faaliyetlerde bulunuyor olmaları ve bunun toplumsal olarak takdir edilip onaylanıyor olması, bunu gerçekleştiren dişilin gerçekte mutlu olduğunu göstermemektedir.
Bu daha çok iş yaşam dengesini ve evinde evrensel rollere uygun doyumlu bir ilişki yaşayamayan yeni toplumsal kadının kaçış noktası olmaktadır.
Maddi ve sosyal zorunlulukların haricinde erilin ve dişilin kozmik rollerinin bilincinde bir yaşam sürmeleri bu konuda derinlemesine yapılabilecek araştırma ve çalışmalarla mümkün olabilecektir.
Günümüzde özel ilişkilerde, sıkıntı kendisini daha da açık belli etmektedir.
Bugün kadın ve erkek neden bir araya geldiklerini veya neden evlendiklerini bilmemektedir. Bu davranış biçimi bazı temel güdülerin ve ihtiyaçların haricinde geniş bir toplumsal modellemenin sonucudur. Oysa bu tür bir bilinçsizlik bireysel ölçekten toplumsal ölçeğe kadar yaşamları her boyutta etkilemekte
Gelişen yeni nesilleri bu konuda bilinçsiz bırakmaktadır.
Oysa dişilin ve erilin birbirlerini derinlemesine anlamaları, hem kendi hem de diğer cinsin evrensel ve kozmik boyutta rollerini anlamaları ile mümkün olabilecektir. Böylece birliktelikler bilinçli bir amaç üzerine kurulacak doğal kaderi olan birleşme ve tamamlanmaya çatışarak değil, uyuşarak ulaşabilecektir.
Bu uyum onları birbirlerinden uzak iki ayrı kutup olmaktan çıkaracak varlık sebeplerinin birbirlerine hizmet ve tamamlamak olduğunu gösterecektir.
İnsanoğlu çareyi uzaklarda aramaya eğilimlidir. Oysa çözümler sandığımız kadar uzakta değildir.
İlişkilerde engellenme duygusundan ve anlayışsızlık durumlarından kaynaklanan öfke, yerini ortak hedeflerin gerçekleştirileceği bir uyuma bırakabilir.
Eril’in ve dişilin rollerini bilinçli olarak yaşamaları onların hayat kararlarını etkiyeceği gibi bunun yansımaları toplumsal boyuta çıkabilir.
Bireysel boyutta ise bir dişil, erilinin yaratıcı çalışmaları için ortam ve imkan sağlama faaliyeti sırasında sevgi ile kendinden geçer.
Eril ise yaratım faaliyetinin doğasında yer alan kendini unutma süreci ile kendinden geçer. Örneğini cinsel birleşmede açıkça gördüğümüz bu durum aslında her bir yaşam deneyimi için geçerli olmalıdır. Erilin ve dişilin kendinden geçiş anı tüm dualitelerin düştüğü ve bir olmanın gerçekleştirildiği andır.
Bunun tüm yaşama sevişircesine geçirilebilmesi aşk ilişkisini ve yaşam sanatını doğuracaktır.
Yaratılış içerisinde dişil ve eril kozmik senaryonun farklı rollerini birbirlerini tamamlamak adına üstlenmiş aynı kaderin yolcularıdırlar.
Onları bu yolda tıpkı big bang gibi önce kopuş sonra birleşme beklemektedir.
Varoluşun içinde eril ve dişili sorgularken olan biteni yargılamaksızın anlamak ve kendi evrimimiz için kullanmaktan başka çaremiz yoktur.
Bu evrim bireyselden bütüne geçerken karşı cinsin dengeleyici ve tamamlayıcı doğasına ihtiyaç duyar.
Ve aslında bu ihtiyaç dahi varoluşun kendi içindeki çekim gücünden başka bir şey değildir.
Bir yay ne kadar gerilirse ilk hareket ettiği noktaya geri dönmek için o kadar yüksek bir enerjiye sahip olur. Tıpkı bir yay gibi, tek bir bedende birbirlerinden uzaklaşırmış gibi görünen dişil ve eril de, bu uzaklaşma ile doğru orantılı büyüyen aralarındaki çekim enerjisine karşı koyamazlar.
Günümüzde bizlerin, varoluşun doğasını bilmeye her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır. Çünkü ancak böyle bir farkındalık ve kendini biliş dünyamızda her alanda artan acıyı dindirebilir.
Dişil ve eril insanlığın temelini oluştururlar. Onların arasındaki uyum ve uyumsuzluk dünyanın temelindeki uyum ve uyumsuzluk anlamına gelir.
Dünyanın temelinde olan bitenlerse, sonraki basamakları doğrudan etkiler.
Bu etki ise bizim yaşamlarımızı, nasıl doğduğumuzu ve nasıl öleceğimizi belirler