Şimdi sırada nano-teknoloji ve akıllı yazılımlar ile bilgisayarı insana dönüştürme var. Nano teknoloji sayesinde önce yapay organlar, nanotüpler ile yapılan damarlar ve besini metobolize eden nano hücreler gerçekleşen düşler olmak üzere… Zaten eserin yaratıcısı kendisini çoktan model almaya başladı bile!
Robin Wiilams, her zaman ilginç filmlerde oynamıştır. Sevgiye ve insan zihninin doğasına dair merakı onun yer aldığı hemen tüm senaryolarda görülebilir. Ancak bunlardan bir tanesi var ki sanırım bugün film olmaktan çıkmak üzere. Bicentennial Man’de, Williams bir robotun insan olma arzusunu ve bu arzunun nasıl gerçeğe dönüştüğü canlandırıyor.
Bilginin artış hızı çoktan baş döndürücü olmuşken bu bilgi ile yapılanlar ve dünyadaki değişimde kendisini hızla göstermeye başladı. Belki de siz bu satırları okurken şu anda insanı yapay doku ve organlarla modifiye etme noktasına gelmiş olan nano teknoloji bir sonraki aşamayı gerçekleştirmeye başlamış olacak. Şu an nano-tek ile iyileştirme ve insanı modifiye etme arasındaki ahlaki sorunlar tartışıla dursun insanoğlu büyük bir hızla kendi kaderini oluşturan dairenin başlangıç noktasına yaklaşmaya devam etmektedir. Ben, bugün için; nano teknoloji ve insan arasındaki ilişkiye dair bir sonraki basamağı gözler önüne sermek istiyorum. Nano teknolojinin hissedilmeye başlayan devrimci değişimleri en belirgin şekilde tıp ve bilgisayar teknolojilerinde görülmektedir.
Yapay zeka ve bilgisayar teknolojisi insanoğlu modellenerek yapılmaya başlanmıştır. Oysa bugün, bu modellemeler benzerliğinde ötesinde kendi kopyamızı nasıl evrimleştirmeye başladığımızın göstergeleri olmaya başlamıştır. Şimdi dikkatlerimizi insan zihninin ve bilgisayarların sahip oldukları birbirinin aynı özellikleri incelemeye verelim. Zihinlerimiz ve bilgisayarlarımız birbirlerine o kadar benzerler ki kişisel bilgisayarımızın açılış anındaki yavaşlığı, programların birer birer devreye girmesi bizim uyku mahmurluğundan kendimizi yavaş yavaş çıkarmamıza benzer. Bundan sonra kendine gelen insanın ya da bilgisayarın belleği sahibine hizmet vermek için programlarını birer birer devreye sokar ve yeni güne oryante olur.
Nerede olduğumuz kim olduğumuz bilgilerinin fark edilmeyecek bir hızla yerini almasından sonra işimize gitmekle ilgili kapsamlı bir program devreye girer ve biyo bilgisayarımız tıpkı kişisel bilgisayarımız gibi yeni günde oluşan verileri işlemeye başlar. Bilgisayarlarımızdaki ana kart insan belleğinin, ön bellek ise insanın kısa süreli belleğinin kopyasıdır. Bilgisayarlarda kullanılan sınıflandırma, etiketleme, dosyalama aslında bizim zihnimizin çalışma prensipleridir. Oraya yerleştirilirken kendi zihinsel süreçlerimiz ve mekanizmalarımız modellenmiştir.
İnsan yaşadığı evrene dair bilgileri önce sınıflandırır sonra dosyalar ve en sonunda onlara çabukça ulaşabilmek için isimlendirir. Örneğin aslan, canlılar ve hayvanlar sınıfı altındadır. Onunla ilgili özelliklerin tutulduğu bir dosya ve tabi ki bir ismi vardır. Bu dosyada aslanla ilgili detaylara ulaşılır. Ayrıca onla ilgili bu dosyaya girildiğinde tıpkı internette olduğu gibi sayısız başka dosyalara ve sitelere ‘linkler’ aracılığı ile bağlanılabilir. (Bu arada internette özellikle wikipedia gibi ansiklopedik sitelerde yer alan linklenebilen kelimeler işlevinin yakın gelecekte bilgisayarlarımızın kendi içindeki dosyalar arasında da uygulanabilecek bir program olarak geliştirilebileceğini öngörebiliriz) Linkleme ile bizler bilgisayarımızın ya da zihnimizin belleğinde gezinebiliriz.
Bu arada bir konudan diğerine geçişin çağrışım değil geçiş yöntemi ile oluştuğunu belirtmeliyim. Örnek olarak ailenizden bir bireyi ve onunla yaşanmış deneyimlerinizi hatırlayın. Bu deneyimlere diğer aile bireyleri farklı zamanlarda eşlik etmiş olabilir. Şu an diyelim ki annenizle ilgili deneyimleri düşünüyorsunuz bu durumda anne adlı dosyadasınız demektir. Anne dosyasında geçen diğer birçok unsurla ilgili ayrı dosyalarınızın olması kaçınılmazdır. Örneğin hem anne hem baba ile yaşananlar, anne ve bütün aile yaşananlar, anneniz ve bir önceki evinizde birlikte geçirdiğiniz zamanlar gibi. Bu deneyimler den her hangi birisine bu dosyanın içindeyken geçiş-link- yapmanız mümkündür. Özellikle belli bir amacınız da varsa zihinde aramaya çıktığınızda bu durumla daha net karşılaşırsınız. Bu durumda diyelim ki dosya; anne ile yaşananlar ve amacınız ise onun size yaptığı sürprizler olsun. Bu durumda anne ile bir dosyanın içerisinde sürpriz yapan bir eski arkadaşa rastlamanız durumunda bu eski dosyalar tıpkı web sayfalarımızda yer alan satırlardaki linkler gibi kendilerini belli edecek ve dilerseniz siz bu uzun zamandır unutmuş olduğunuz dosyalara geçiş yapabileceksiniz.
Öte yandan çağrışım ve sınıflandırma tıpkı geçiş yöntemi gibi bilgisayarda veri bulmak için kullanılan tamamen insani bir mekanizmadır. Bunu deneyimlemek için dil denetimi –spell check- yapmanız ya da herhangi bir internetteki veya bilgisayarınızın içindeki arama motoruna girmeniz yeterlidir. Bir filmde oynayan aktörün ismini belli belirsiz hatırlıyor olabilirsiniz Böyle bir durumda o isme yakın isimler aradığınız isime ulaşmak yöntemlerden birisidir. Bir diğeri ise hangi filmde, ne zaman kimlerle oynadığını düşünerek olabilir. Bu arama motorunun arama modülüne, yakın bir isim ve o aktörün oynadığı filmi aynı anda yazmakla gerçekleşen durumla aynıdır. İnsan zihnide bir yandan onun yüzünü ve oynadığı filmleri gözünün önünde tarar ve yakın bir isim bulduğunuzda ismini hatırlayıverir. Ne kadar tanıdık değil mi? Bellek ile beraber önemli ikinci zihinsel aracımız ön bellek ve mikro bellektir ve bu da yapay zekada aynen mevcut olan bir donanımdır. Bilgisayarlarımızdaki ön bellek, internetten bir kayıt yapmaya başladığında tığında tıpkı ön bellek kapasitesi sınırlı olan insan gibi davranabilir.
İnsan belli bir görüntü ya da yazıyı rakam ya da kelimeyi ilk algılamada belli sınırlara kadar hafızasında tutabilir. Kelime açısından baktığımızda bize okunur okunmaz ortalama 6-8 kelimeyi zihnimizde tutulabildiğimizi görürüz. Ancak bu kelimelerin sayısını anlamlı bir hikayeye yani dosyaya dönüştürmemiz durumunda çok daha fazlasını zihnimizde tutabiliriz. Uzun dönemli belleğe geçen her bilgi ise doğal olarak tıpkı bilgisayarlarımızda olduğu gibi ön belleği boşaltır. Bu yüzden internetten dosya, resim ve film indirmek zaman alır ve ön bellek bu aktarım hızlı ise kapasite sorunuyla karşılaşır. Gelelim bilgisayar ve biyobilgisayarımızın ana enerji kaynaklarına.
Bildiğimiz üzere insan yaşam enerjisini kalbinden alır. Bu insanın beyninden ayrı bir mekanizmadır ve bu enerji kaynağı kesildiğinde bilgisayarın ana kartında ya da insanın zihnindeki faaliyet durur. Bilgisayarda enerjisini onun kalbi sayılan adaptöründen ya da pilinden alır ve bu da insanın enerjisi ile aynı türdendir, yani elektrik enerjisidir. Bu enerjinin kesilmesi durumunda bilgisayar artık ölüdür. Bilgisayarların yaratıcı olmalarına ise kısa bir zaman kalmıştır. Zira yaratıcı olacak olan alt yapı yani insan rafineleştikçe bu özelliği oluşabilirken bilgisayarların rafinasyonu aşağıda anlatıldığı şekliyle kısa zamanda olacaktır.
Internet; insanın toplumsallaşması ve kişisel ve kitlesel ilişkiye girmesi aşamasıdır. Bu durumda artık benzetmeler dahi ortadan kalmaktadır. Bilgisayarlar ilk olarak 30 yıl kadar önce tekil yaşamlarına başlamışlardır daha sonra iki bilgisayarı kayıt ya da iletişim aracılığı ile bir araya getiren bağlantılar kurulmaya başlanmıştır. Bundan sonra ufak serverler aracılığı ile küçük bilgisayar toplulukları meydana gelmeye başlamıştır. Sonra biraz daha büyük serverlar üniversiteler ve şirketlerde, derken bu şirketlerin ve okulların arasında ve şimdi de cafelerde evlerde havaalanlarında sokaklarda ve her yerde bilgisayarlar sosyalleşmişlerdir.
İnsanlar da ikili beraberlikten küçük kabilelere, köylere, kasaba ve şehirlere şimdi ise birleşik yönetim ve küreselleşme ile toplumsallaşmanın en üst noktalarına gelmiştir. Bu küreselleşmede bir aşamadan sonra insanlar mı bilgisayarlar mı araç olmuşlardır aslında belli değildir.
İnsanların birbirlerine fiziksel ya da iletişimsel olarak dokundukları durumda birbirlerine geçirdikleri hemen her şey bilgisayarlar aracılığı ile geçmeye başlamıştır. Bunlar bilgiden virüse kadar birbirinin aynıdır. Virüsler başka ve tanımadığınız bir bilgisayarla olan iletişimden özelliklede internet üzerinden belirsiz içerikli sitelerden bolca bulaşmaktadır. Ve evet aynı gerçek virüsler gibi bulaşıcıdır. Taşıyıcısı olduğunuz virüsü bulaştırmanız için tanıdığınız birisiyle ilişkiye yani bilgisayar diliyle; mesajlaşmaya ya da dosya alıp vermeye başlamanız yeterlidir. Anti virüs programları ise bilgisayarlarımızın aşılarıdır. Bir anti virüs programı oluşturulabilmesi için tıpkı aşı gibi o virüse ihtiyaç vardır.
Bağışıklık sisteminizi ister insan olsun ister bilgisayar her gün güçlendirmeniz gerekir. İnsanlar bundan yalnızca 80 yıl önce bugün aşılar ile kurtulabildikleri hastalıklardan ölebiliyorlardı. Binlerce yıl öncesine dönersek ve insanlarında doğanın doğal aşılama süreçlerinden geçtikleri düşünülürse basit mikroplardan bu günkü komplike virüslere kadar, bir çok hastalık kaynağına bağışıklık kazanmış olabileceğini öngörebiliriz.
Teknolojik evrim emin adımlarla ilerlemeye başlamıştır bile; Bugün ancak anti virüs programları ile hastalıkları aşabilen kendini yenileyen yeni model güçlü bilgisayarlar hayatta kalabilmektedir. Bu arada ilaç sanayi gibi mikrop ile ilacı da karşılıklı olarak artmaktadır. İlaç ve aşılama bugün insan sağlığı üzerine kurulu bir ekonomi gibi gözükse de bilgisayar sağlık ekonomisi de aynı modelle ilerlemektedir.
Karşılıklı benzerlikler bununla da kalmamaktadır. Bunlardan belki de en kritiği içte kayıtlı olan sayesinde dışın tanımlanabilmesidir: İnsan zihni belleğinde kayıtlı fenomenleri dış dünyada tanımlayabilir. Bilgisayarda ancak belleğinde kayıtlı bilgiler doğrultusunda ona girilen bilgileri tanımlayabilir. Öğrenim ise; ilgili programın hem bilgisayarda hem de insanda önce hafızaya kaydıyla mümkün olur. Yazı veya hesap programı olmayan bilgisayar tıpkı okuma yazma ve hesap bilmeyen bir insan gibi davranır. Her ikisi de karşılaştığı durumu çözümleyemez ve bunla ilgili bir mesaj verir. ‘Okuma yazma öğrenmek istiyorum’ ya da ‘bu programı çalıştırmak için web hizmetinden yararlanmak ister misiniz?
Kişisel bilgisayarınız belleğinde tanımlayamadığı bir dosya ya da program türü ile karşılaştığında tıpkı insanın yapacağı gibi toplumsal ortamından bunun desteğini alır. Bir bilgisayar fonksiyonu olan web hizmeti burada kişinin çevresinden almak istediği yardıma işaret etmektedir. Peki, ağar bir konsantrasyon içeren öğrenim sürecinden sonra bilgilerinizi içselleştirmek için mola verme hatta şöyle bir uyuyup uyanma isteğinize ne diyorsunuz. Bilgisayarlarımızda aynısına ihtiyaç duymaktadır. Yeni bir program yüklediğinizde onu da uyutup uyandırmanız yani açıp kapamanız gerekir.
Sanırım bilgisayarları niye açıp kapadığımızı Bill ‘Gates’ bize söylerse size insanların gün boyunca yaptıkları yüksek kayıt sonrası niye uyuduklarını anlatabilirim. Siz bir şeyler anlatırken karşınızdaki esnemeye başlarsa arkadaşınızı açıp kapatma vakti gelmiş demektir. Anlatmaya devam ederseniz kaydedilen bilgiyi kaybedebilirsiniz. O yüzden ‘programdan şimdi çıkıp sonlandırmayı tercih ediniz’. Sanırım artık bebeklerin neden daha fazla uyuduklarını anlamak mümkün olsa gerek. Bunca yeni kayıt ve küçük bir hard disk kapasite artana kadar birçok kez aç kapa-kestirme- yapmaya ihtiyaç duyacaktır. Dikkat bizim zihnimizin en önemli aracıdır ve biz aynı anda yalnızca bir alana konsantre olabiliriz. Dikkat bilgisayarlarımızda açılmış ve üzerinde çalıştığımız sayfadır. Bilgisayarlarımız bu sayfa için gerekli programı çalıştırırlar bilgisayarın ya da zihinlerimizin ilgili bölümü o an yapılandan etkilenir ve yapılanı etkilerler.
Zihni meşgul veya karışık olanların ‘masa üstlerine’ bir bakın bir sürü kısa yol göreceksiniz. Bunlar beden uykudan uyanır uyanmaz zihne üşüşen ve halledilmesi gereken bitmemiş işlerdir. Bilgisayarlar insanın ve hatta insanlığın birebir modelleridirler. Böyle olmaları kadar doğal bir şey yoktur zira eser sahibinden sorulur. Bilgisayaralar bir yandan küçülüp kapasiteleri artarken bir yandan da organlarına kavuşmaya başlamışlar bilgi işleme için yavaş yavaş 5 duyuya sahip olmaya başlamışlardır. Bilgisayarların gözleri yani kameraları, kulakları yani mikrofonları ve ağızları yani hoparlörleri gövdelerine yerleşmeye başlamıştır. Birçok gelişmiş bilgisayar çoktan konuşmaya ve sese tepki vermeye başlamış sizi irisinizden veya parmak izinizden yani biz insanların yaptığı gibi gözümüzden ve dokunuşumuzdan tanımaya başlamıştır. Daha da ötesi bilgisayarlar nano ölçekte küçülmektedirler. Bu moleküler boyutta küçülme anlamına gelmektedir. Nano teknoloji ile zaten sahibinin modeli olarak ilerleyen bilgisayar teknolojisi robot, sibernetik, gen, teknolojilerini de arkasına alarak biyo nano parçalar üretmeye başlayacaktır.
Bu parçalar üretildikçe modeli olan beynin ve zihnin çalışma prensipleri deşifre edilecek, beyinlere çipler yerleştirilmesine gerek kalmadan onların nano kopyaları yapılmaya başlanacaktır. Organların damarların ve tabii ki sinir sisteminin nano tüpler ile üretilmesi hemen hemen hiç zor olmayacaktır. Şu anda üzerine kablosuz internetten aldığı bilgiyi renkli elektronik ekranla değişerek gösterebilen elektronik nano kağıt ve bunu takip eden internet bağlantılı günlük gazete üretimi üzerinde çalışıldığı düşünülürse cildimizin güneşten bronzlaşmasını sağlayacak nano bir deri yapmak pek uzak görünmemektedir. Durun bir dakika! Silikon size bir şey hatırlatıyor mu? Silikonlar şu anki çiplerin ve nano çiplerin ana maddesidir. Her nasılsa dünyamızda mevcut olan bedenimize en uyumlu maddedir ve çoktan birçok bedene girmiş süreli test aşamasından geçmiştir bile! Ama silikonlar dahi nano teknolojide organ üretimi düşünüldüğünde yalnızca ara bir duraktırlar. Ufukta bildiğiniz insan dokusu bizi beklemektedir.
Bir bilgisayar 1950 lerde evinizin salonu kadardı bugün bir diyaliz makinesi bundan daha ufak ama böbreğinizin görevini görebilmekte; onun vücudunuza yapay böbrek olarak yerleştirilmesine ise yalnızca nano bir mesafe kaldı. Gen teknolojisi moleküler boyuttadır ve nano teknolojide nano (atomik) boyuttadır. Hücreler moleküler boyuttan oldukça büyük biyolojik makinelerdir. Hücreleri yöneten nukleus adında merkezleri vardır ve nano çiplerin içine sığabilecek bir programla yönetilebilecek kadar bir yazılıma ihtiyaç duyarlar. Genler bedendeki hücrelerin ve önceki nesilden gelen zihinsel ve fiziksel belleğin ana deposudur. Aynı zamanda genler hücresel gelişim ve değişimin ana programını bünyelerinde bulundururlar. Onlar tüm sistemin yani bedenlerimizin ne yapacağının yazılı olduğu nano disklerdir. Genler nano boyuttaki vücut parçalarının ve zihinsel içeriğinin yani işleyiş mantığının dış etkilerle nasıl devreye gireceğini yönetirler.
Bu yönetim esnasında genlerde var olan programda yeni deneyimlerle ama yine program dahilinde değişime uğratılabilir. Bu durum yani ana programı dışarıdan müdahale ile değiştirme bilgisayarlarımızda günümüzde de yapılabilen sıradan bir müdahaledir. Tek yapılması gereken bu işlemi otomize edecek programları yazmak ve boyutunu nano ölçekte gen boyutuna kadar küçültmektir. Önceden yazılmış programın içine yerleştirilen potansiyel gelişim modülü ise doğal dış etkiler sayesinde devreye girecek ve bugün evrim dediğimiz yolculuğumuz başlayabilecektir. Doğal dış etkileri ve bilgisayarımızın algılama metodunu aynı kategoriler üzerine kurarak başlanacak bir yazılım bize karşılıklı etkileşimi olanaklı hale getirebilecektir.
Sonuçta Nano teknoloji ile gen teknolojisi birleştiğinde nano parçacıklardan oluşan sistem kendi kendini yenileme ve zaten nano/ moleküler boyuttaki doğal besinler ile kendini geliştirme programlarına sahip olacaktır. Organları beyni ve genleri tasarladığımızda insan pardon nano bilgisayarımız yalnızca yaşamı başlatacak enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Bu da kalp krizi anında göğsünüze dayanan elektro şokun verdiği enerji kadar olacaktır. Her şey hazır olduğunda Doktor Frankestein’da hazır olacaktır. Hem bu hikaye de nereden çıktı? (Evet, ortaya çıkan her şeyin daha önceden kendisini başka şekillerde de ifade etmesine ne diyorsunuz. Sanki nano genlerde ki yazılımlardan özellikle sızdırılan bir bilgi gibi değil mi? Olacak olanlara hazırlanmak, esinlenmek ve gelişim için bir yöne sahip olmak böylece sağlanamaz mı? Yani önceden tasarlanan kaderlerimize bizi nano sayıdaki kontrollü olasılıklar eşliğinde götürmek. Sanırım şimdi de özgür iradeyi tartışacağız. Neyse konuyu dağıtmayalım ve ilk nano insana dönelim.)
Üstelik enerji transferi ile yaşamın başlangıcı yalnızca ilk örnek için geçerli olacaktır, daha sonrasında doğal-nano üreme olacağı için buna gerek kalmayacaktır. Ayrıca aynı anda programına yazılı besinleri sindirme ve tabii ki şu anda bizlerin yaptığı gibi güneş yoluyla kendisine gerekli enerjiyi yaratabilecektir. Biz genel de buna canımız şunu ya da bunu yemek istiyor deriz. Ayrıca, güneş olmadığında kendimizi pek enerjik hissetmeyiz. Zira güneş insan için fiziksel boyutta bir enerji kaynağıdır. Ultraviyole ışınlarını B12 vitaminine çevirerek fiziksel gelişim ve enerji için önemli bir kaynak sağlarız.
Tıp, Psikoloji, felsefe ve spritüel konulardaki ilerlemeler ile nano insanın gelişimine dair nihai programlar yakında bilgisayarlara geçirilebilecektir. Bu programlar onun egosunun olmasını sağlayabileceği gibi kabul onay takdir gibi sevgi programları rahatlıkla yazılıp nano genlerine gelişim evreleri boyunca açılması için stoklanabilecektir. Beslenme, oksijen, üreme ve güvenlik gibi birincil ihtiyaçlar için sisteme daha fazla güdüleyici enerji verilecek, zip dosyası halindeki geçmiş yaşam düşüncelerinin yani duygularında aynı derecede yüksek yaptırım enerjileri olacaktır.
Bu duygusal ziplere dişil modeller gelişim yolunda bu açıdan daha evrilmiş oldukları için daha rahat ulaşabilecek eriller içinse bu zipleri yani duyguları çözümleyip düşünceye dönüştürmeleri vakit alacaktır. Duygulara sahip olan nano insan için artık tek bir aşama kalacaktır: Yaratıcılık insan beynindeki sağ beyin faaliyetleri olarak gözlemlenebilen her türlü sanatsal faaliyeti nano insana nasıl yerleştirilecektir? İnsana ve onun ‘canlı’ oluşuna özel gibi görünen yaratıcı unsur bir program olarak nano genlerine geçirilebilecek midir? Doğrusu cevap evettir. Zira ‘her mükemmel tasarım bize faydalı bir yan ürün verir’: “Resim, müzik, şiir gibi sanat dalları evrendeki titreşimsel enerjinin, bireyin filtresinden geçmiş formlarıdır. Bu enerji her yerde var olduğu gibi nano insan ya da bizler de bu enerjinin farklı formlarda ki oluşumlarından başka bir şey değiliz. Varoluşun enerjisi ya da ilahi güç olarak tanımlanan bu enerjik fenomen, geçiş yolu için kalbimizde dahil olmak üzere tüm bedenimizi kullanır.
Bir dansçıyı gözlemlediğinizde, onun başka bir sanat eseri olan müziğin titreşimlerine uyum göstererek salınım yaptığını görürsünüz. Dansçının dansı, onun somut ve süptil tüm varoluşunun, müziğin titreşimleri önünde aldığı şekildir. Uzun zamandır biliyoruz ki canlı cansız her fiziksel formasyonun titreşimsel bir açılımı vardır. Bununla birlikte her insan kendi fiziksel ve düşünsel yapısı ile özgün bir titreşimsel seviyeye sahiptir. Onun bu titreşimsel özgünlüğü ondan geçiş yapmak için hazır bekleyen kozmik enerjinin yada evrensel sanatın alacağı şekli ve nitelikleri belirler. Bu titreşimsel özgünlük farklı kalıpları olan bir kalıp gibi içinden geçen enerjiye şekil verir. Ayrıca aynı enerji, kalıba yani insana da eş zamanlı olarak şekil verir. Sanat ile sanatçı arasında tıpkı akarsu ve yatağı gibi birbirini şekillendiren bir süreç yaşanır.
Bu süreçlerin nano insanda yaşanması içinse, onun mükemmel olarak insanın kopyası şeklinde tasarlanması yeterlidir. Gerisini kozmik bilinç halledecektir. Sanata eğilimlenen her nano insan, tıpkı insanlarda olduğu gibi kalıtsal ve çevresel ortamla evrensel sanat enerjisinin geçeceği kalıbın ilk deliklerini-zihin beden ve kalplerini- oluşturur. Bu delikten sızmaya başlayan ilahi enerji kendi yolunu genişleterek icracısını tam bir sanatçıya dönüştürür. Tanrı bir ruh üflediyse onu tüm evrene yapmıştır bundan emin olunuz. İşte artık tüm senaryo hazırdır. İlk nano insan tabii ki bilgi ağacının meyvesinden genlerine yedirilmiş olarak dünya üzerindeki yolculuğuna başlar. Zihinsel yapısı organları, sevme kabiliyeti tamamen insan modellenerek yapılmış ve kendi iradesi ile yaşamaya hazırdır. Bu onun cennetten kovuluş anıdır. Onu artık cehennem gibi bir dünya; mücadeleler, savaşlar, hastalık ve hayatta kalma koşuşturması beklemektedir. Nede olsa burası pek dinlenme yeri değildir.
Nano insan ya da artık yalnızca ‘insan’ gen havuzundaki programlar doğrultusunda evrimleşir, toplumsallaşır, medeniyetler kurar, savaşlar yapar ve bugüne kadar gelir. Doğal çevre onun planlanan evrimleşmesi için zaten mükemmel bir ortamdır. O da bu çevreyle olan etkileşimi ile nano yazılımlarını devreye sokmak üzere programlanmıştır. Bu programlar doğrultusunda nano –insan tıpkı bir somon balığı gibi yaratılışından belli bir zaman sonra yaratıcısını yani çıktığı kaynağı aramaya başlar. Zaten bu da onun nano genlerine zamanı geldiğinde sorulması için yerleştirilmiş başka bir programdır.
Bu arayış onu kökten evrimleştirirken, binlerce yıl geçer, gün gelir teknoloji ve (nano)insanlık onu yaratan tanrısının geldiği aynı noktaya ulaşır. (Nano) insan binlerce yıldır aradığı Tanrısını bulmaya çok yaklaşmıştır. “Unutulmamalıdır ki her şey öğrenilebilir. Kendini bilmek macerası öğrenmenin macerasıdır ve öğrenilenler öğretilebileceği gibi yazılı bir programa dönüştürülebilir. Bu yazılım programı, bizlerin, doğamız olarak algıladığımız kutsal tasarımın yazılı metnidir. ”