Neden Demokrasi ?

Nedir demokrasi ne işe yarar? Biliyor muyuz bunu gerçekten. Yani gerçekten bizim için anlamını gündelik yaşamımıza nasıl yansıdığını ekonomik ve sosyal yaşamımıza ne getirdiğini bilerek mi yaşıyoruz.

 

Eminönü’nde televizyon kanalları halka soruyor: Kıbrıs nerede? cevaplar; Karadeniz, Sicilya, Güneydoğu Anadolu….

 

Sizce tüm halkımız biliyor mu bu kelimenin anlamını, demokratik yaşamın ne olduğunu, demokrasi kültürü yaşamının içine işlemiş durumda mı ?
Bir davranış biçiminin bir kültür olabilmesi için en az bir neslin kollektif hafızasına yani genetik koduna geçilmesi gerekmektedir.

Öğrenme psikolojisi ve algı süreçlerine baktığımızda beynimiz tanımına sahip olmadığı kavramı dış dünyada görüp algılayıp, tanıyamıyor ve dahası algılalanan gerçeklikle ilgili harekete geçemiyor. Çocuklarımıza öğrendikleri her kelime ve kavramda rehberlik ederiz. Nedir, ne değildir, ne işe yarar; şeklinde şeyleritanımlarız. Sonra kişinin kendi devam ettireceği tüm bu öğretim sürecini önce aile, okul ve çevre üstlenir. Böylece somut cisimlerden soyut kavramlara kadar öğrendiklerimizin sınırlarını fonksiyonlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini tanımlayabiliriz.
Demokrasi de tıpkı  barış, politika, katılım gibi elle tutulur olmayan ama elle tutulur objeler dünyasını üzerindeki etkileri açısından tanımlanabilecek toplumsal yaşamı şekillerinden birisini tarifleyen bir kavramdır.

Peki ya bu kavram/kelime hem ailede hem eğitim ve çevrede yani sosyo- kültürel yapıda da tariflenmiyorsa ne yapabiliriz…

 

Onsuz yaşarız…

 

Konuya Einstein’in bir öğüdüne kulak vererek yaklaşalım. ‘Meseleler onları doğuran bilinç ile çözümlenemez.’
Bizde bu uyarıdan hareketle demokrasiyi ilerleyen paragraflarda siyasal felsefe yerine biyoloji ve organizmanın doğası ile anlamaya çalışalım.

 

Demokrasiyi kısaca; çeşitliliğin eşitlik ilkeleri ile korunması, ifade edilmesi ve  geliştirilmesi olarak tanımlayabiliriz.

Buradaki eşitlik ilkeleri, sosyo kültürel ve ekonomik unsurlardır. Sosyo-kültürel olanın içinde insan hakları, yaşam tarzları, din, dil, sanat, gelenek, adetler bulunurken diğer taraftan ekonomik unsurların içinde ise çalışma, dolaşım, kazanma ve vergilenme konusundaki eşitlikler kast edilir.

 

Demokratik topluluk olmadaki en önemli amaç,  toplumu  oluşturan farklılıkları özellikle korumak ve bu farklılıkların otantiklikleri-özgünlüklerini- desteklemek ve geliştirmektir. Bu yaklaşımda esas amaç bu türden oluşan zengin çeşitlilkten faydalanmak yani yaratıcılığın ve bunun sonucu olan üretim ve katkının alt yapısını oluşturan yaşam biçimin özenle koruma ve ifade bulmasıdır.
İnsan halen doğada sayısız mücadele içindedir. Bu mücadele doğa şartlarına karşı verildiği gibi, insanın kendi varlığının ve sayısal artışının da neden olduğu, hastalıklara, ekonomik ve sosyal rahatsızlıklara, doğal kaynakların kısıtlılığına, adil paylaşımına ve süreklilik ihtiyaçlarına kadar bir dizi hayatta kalma-bekaa- mücadelesini de içermektedir.

İnsanlar gündelik yaşamlarında bu mücadeleyi verebilmek için  çözümlere ve daha iyi koşullara ihtiyaç duyarlar. Üstelik tüm  bu  sosyal ve ekonomik koşul ve çözümler hem sürdürelebilir hem de eşitlikçi olmalıdır.

Doğa hayatta kalma sorunları oluştururken insanoğlu bu çözümleri bireyselden toplumsala kadar üretmek üzere geçirir yaşamını. Bu koşturma insanın bireysel ve toplumsal olarakta evrilmesini, gelişmesini sağlayan ortamın da kendisidir.

Bu aslında doğanın kusursuz düzenidir.

Şimdi yukardaki faydalanma amacına dönersek; insanoğlu yoğun bir hayatta kalma mücadelesi verdiği yaşamında çözümlere ulaşabilmek için bu çözümlerin oluşacağı değişken ortama da ihtiyaç duyduğunu görürüz.

Demokrasinin  ideal yönetim biçimi oluşunu anlamak için Einstein’in önerdiği gibi konuya siyasal sosyoloji yerine başka bir düzlemden ve bilim dalından bakalım: Biyoloji.

Hücresel ölçekte düşündüğümüzde çeşitliliğin organizmanın hayatta kalma stratejilerine katkıda bulunma konsunda nasıl kilit bir önem taşıdığını anlayabiliriz. Şimdi bir cilt hücresi düşünün sadece güneşli havada 24 derecede ve steril ortamda hayatta kalabilsin. Böyle bir hücrenin dünya üzerindeki yaşam döngüsü oldukça kısıtlı olacaktır. Öte yandan bulutlu yağmurlu, güneşli, kuru nemli, karlı, buzlu ve -+60 aralığında hayatta kalan bir hücre; sayılan tüm bu çeşitli ortamlarda hayatta kalabilecek ve fonksiyon üretebilecektir. Bir hücrenin farklı koşullarda hayatta kalma stratejilerini elde etmesinin tek yolu vardır. Birebir bu koşullarda yaşamak ve bu birikimi gen transferi ile sonraki nesile aktarmaktır. Aynı hayatta kalma stratejisi hücrenin virüs ve bakterilere karşı verdiği mücadele içinde geçerlidir. Hücrelerimiz ne kadar çeşitli mikroba karşı mücadele verip bunu kazanırsa o kadar dünyadaki yaşam koşulları içerisinde sağlam ve dayanıklı olmaya başlayacaktır.

Tek bir bakteri ve tek bir hava koşuluna maruz kalıp yaşamını yitiren bir cilt hücresi farklı yaşam koşulları söz konusu olduğunda neslini devam ettirmeyecektir.Ancak farklı ortamlara maruz kalıp bu ortamlardan sağ çıkma becerisini geliştiren hücresel yapı bu bekaa stratejisini üreme anında sonraki nesile aktaracağı için yeni nesil kendi evrim sürecine kazanılmış donanım ile devam edecektir.

Çeşitlilik ortamı organizmaya hayatta kalma stratejilerini artırma, aktarma ve paylaşma yoluyla güvene ve refaha ulaşma  imkanı veren tek ortamdır.

Bugün  özellikle batı üniversitelerinin öğrenci kabul politikalarını bu temel ilkeye göre yürütüldüğünü ve yapılan seçimlerde öncelikli kriterlerden olduğunu görebilirsiniz. Aynı seçim kriteri ülkelerin göçmen alma politikalarında kendini aynı şekilde göstermektedir.

Farklı yaşam kültürlerinden gelen insanların beraberinde getirdikleri ve bir diğerinin belkide hiç farkında olmadığı hayatta kalma stratejilerini bir potada diğerleri ile birlikte işleme şansı yaratır. Dikkat edelim, amaç; bu potada eritmek ve tekleştirmek değildir. Demokratik-çeşitlilik- ortamlarda amaç; ‘tek’leştirme değil farklılıkları koruma cesaretlendirme ve geliştirmedir.

Çünkü tekleştirme doğanın sonsuz sayıdaki -challange- meydan okumasına karşın tek bir kültür(-hayat felesefesi-yaşam stratejisi- dil-sanat- ekonomi,teknoloji vs.) ile cevap vermeye çalışması anlamına gelir ki bu da türlerin sonu anlamına gelir.

Teknolojiden, ekonomik,  sosyal ve sanatsal  faaliyetlere kadar insanlar farklı kültürlerin yaşam koşulları karşısında ne türden çözümler ve esinler ürettiklerine bakar ve bunları kendi kullanımlarına adapte ederler. Organizma ve tabiki insan açısından her zaman için bu gözlem süresince amaç; sürdürülebilir, sağlıklı, refah ve huzur dolu bir yaşama ulaşmaktır. Böylece genetik birikimi zenginleştirecek öğrenme süreçlerinin kendini ispatlamış malzemesi artırılabilir.

 

Öte yandan bu doğal süreç kaynaklara ulaşmak ve onları kullanmak konusunda canlı yaşamın merkezindeki bir fonksiyon nedeniyle sekteye uğrayabilmektedir. Kaynaklara doğrudan ulaşmak havada uçan iki martı arasındaki besin kavgası gibi insanlar arasında önemli bir mücadele ve savaş nedenidir. Burada da düşülen en önemli tuzak bir diğerini yani kendi gibi olmayanı kaynaklara ulaşmak konusunda bir ortak ve gereklilik değilde tehdit olarak görme yanılgısıyla başlar.

Oysa tüm yaşam stratejileri birincil yaşam kaynaklarını  kullanmak  için oluşturulmuş ikincil -eylem zincirleri-kaynaklardır. İnsan türünün  ikincil kaynaklar olmadan birincil kaynakları sürdürebilir olarak kullanması ise mümkün değildir.

Yani bir diğeri farklı diyerek ya savaştığımız ya da görmezden geldiğimiz, baskı altına aldığımız veya basitçe varlığı hakkında bilgi ve eğitim sahibi olmadığımız ‘diğerleri’ aslında bizim kendi yaşamımızı sürdürebilmemiz için olmazsa olmazlardır.

Kısacası bu masada hepimiz hem farklı olmak zorundayız hemde aynı amaç için farklı fonkisyonları işbirliği  içinde ortaya koymalıyız. Üstelik farklılığımızı cesaretlendirmek ve zenginleştirmek durumundayız.

Bu durum bedenimizde birbirinden tamamen farklı organların hayatta kalmak için ortak bir iskelet ve doku altında aynı amaç için işbirliği ile var olması şeklinde de açıklanabilir. İnsanların birbirleri ile  savaşı ise  AIDS hastalığı gibi  insanın  kendi kendine organizmasını düşman görme yanılgısına kapılması ve bağışıklık-savunma  sistemini kendine saldırmakta kullanmasından başka bir şey değildir.

 

Bugün hemen her dinden ve bir çok farklı etnik kültürden insanların yaşadığı topraklar bizim gelişmemiz için her türlü sosyal, sanatsal, ekonomik , kültürel, tıbbi, teknolojik sayısız yaşam stratejisi üretmemiz için bulunmaz çeşitlilikte bir üniversitedir.

Ancak hangimiz muhafazakar, modern, Ermeni, Musevi, Laz, Kürt, Alevi, hristiyan, ateist,  komşumuzun ülkemiz içindeki kültürel varlıklarına dair bilgileri okul kitaplarından öğrenmişizdir. Kaçımız okul kitaplarında geçtiğimiz Eylülde Musevi Yılbaşısının kutlandığını, Ermeni kilislerinin mimarlarını veya laz ve  kürt isimlerini, alevi rituellerini, sosyal, türkçe din vs  kitaplarında okumuştur?

Ne kadarımız okullarda komşumuzun farklı isimli çocuklarıyla yahudi, ermeni, çerkez, kürt… ama aynı ülke vatandaşı olduğunu sahip olduğumuz kültürün korunması gereken zenginliği olarak öğrenmişizdir. Hangimiz bizim onlara öğrettiğimiz kendi etnik kökenimizin dilimiz, dinimiz kadar onlarında kendilerine ait olan ve farklılıkları yani kendi varoluşumuzun garantisi olan çeşitliliği eşitçe paylaştık ve öğrendik.

Milliyetçilik tüm milliyetlerin korunması teşvik edilmesi ve geliştirlmesi esasına dayandığında insan topluluklarının yaşamını sürdürmesine katkıda bulunan bir yaşam stratejisi olabilir. Ancak milliyetçilik tekleştirerek diğerini yavaşça veya bir kerede ortadan kaldırma ile karıştırılırsa öncelikle bunu yapan tarafı ve insanlığın genelini tehdit edecektir.

Bu bir pankreasın tüm diğer organları tehdit olarak görmeye başlayıp pankreasa çevirmeye çalışıp tüm organizmayı tehlikeye atmasından başka bir şey değildir.

Ülkemiz  ve içinde yaşadığımız gezegen çeşitliliğin korunması ve yaşatılması ile mevcut türleri ve kaynakları sürdürülebilir olarak koruyabilir.

Çeşitliliği ve demokrasiyi en iyi örgütleyen üç ülke İngiltere Amerika ve Avustralya’nın resmi isimleri dahi  UK( Birleşik Krallık) US( Birleşik Devletler) Avustralya (Kıta adı) neredeyse hiç bir etnisite ve farklılık çağrıştırmazlar. Zira farklılık imajının tehdit olarak algılanması insanın hassas doğası gereğidir. Hepsi kuruluşlarında belkide ileride kaşınarak yaraya çevrilme ihtimalini bilinçli olarak böylece saf dışı etmişlerdir. Öte yandan ülkemiz adının salt belirli bir etnik kökene ait olmadığı açıktır. Bunu sanki bir kökenin tüm diğer kökenler üzerinden baskısının göstergesi olarak kullanmak ise başkaca siyasal ve kaynak paylaşım hesaplarına dayanacağını düşündürtmektedir.
Öte yandan demokratik ülkelerin üniversiteleri, eğitim kurumları ile göçmenlik politikaları tamamen çeşitliliğin korunması ve teşvik edilmesi temel esasına dayanır. Zira bu ülkeler akademik ve deneysel gelişim potalarında tüm hayatta kalma stratejilerini ürettiklerini bilirler. Onlar kendi coğrafyalarında ve üniversitelerinde birer küçük dünya gezegeni ortamı yaratırlar ve tabiki bu sayede ortaya çıkan zengin kaynaklardan faydalanırlar.

 

Bu ülkede yaşayan bizler ne zamanki okul kitaplarımıza ve tüm  gündelik sosyal, siyasal ve kültürel   yaşamımıza içinde yaşadığımız etnik, dinsel, kültürel zenginliğin detaylarını eşitlik içinde işleyip  bundan istifade etmeye başlarız, o zaman ülkemizde kalıcı barışın temellerinide atmış oluruz.

Bir diğerinin varlığına derin bir saygı ile yaşamaya dairi rituelleri kültürmüze, sosyal ve siyasal yaşantımıza işlediğimiz zaman yalnızca ülkemizde değil,  tüm gezegende barıştan konuşmaya başlayabiliriz.

Sanırım şimdi tekrar bilişsel olarak daha iyi bir demokrasi referansı-tanımı yaratıp bunu dış dünyaya uygulama şansımız olması için onu bir kez daha tanımlamalıyız:

Demokrasi; kendi varoluşumuzun garantisi olan diğerini koruyarak, geliştirerek ve teşvik ederek yaşama biçimidir.

Demokrasi; çeşitliliğin kendini meydana getiren bileşenler için çözümler ve kaynaklar ortamı olduğunu hatırlayarak yaşama şeklidir.

Demokrasi; Dünyadaki tüm yaşamın temel hayatta kalma stratejisidir.

Demokrasi : Beden içindeki tüm organları besleyen kalptir.
Ve son söz; demokrasi tıpkı sevgi gibidir yani ıstıraba tahammülü yoktur. Bu bakımdan insan doğası gereği evrilirken yaratıp üreteceği aşamalardan geçmek durumundadır. Bu zemini sağlamayan otoriter veya salt ideolojik baskı insanın zihinsel evriminin ketlenmesine neden olur. Bu ketlenme-bastırma- yalnızca bir akümülasyon yani sonradan enerjisini daha büyük bir boşalma ile dışa verecek bir aküye dönüştürmekten başka bir işe yaramayacağından demokrasi insanın kaderi olmak durumundadır.

Yorum bırakın

* Note: Your email will be kept secret and not be published

Translate »