Ya da nereden başlarsa başlasın daha iyi bir yere gelebileceğini düşünmeye başlıyor. Sanki daha iyi puanlar alabileceği bir video oyununu yeniden şevkle başlatmak isteği gibi… Ve evet bir bilinmezi anlatan metefor çıkar gelirse, o bilinmezin gerçek olması kaçınılmaz gibi bir şey. Kişinin zorlanmadan sağ beyini ile yapabildiği onun severek yapacağı mesleği olmalı idealde. Ancak yaşam ve içinde bulunulan çevre bir ağacı tıpkı yanlış dallarından budamakta olduğu gibi kişinin meyve vermesini geciktirebilir hatta tamamen engelleyebilir de.
Büyüyen çocuklarımız üzerinden gerçekleştirmek istediğimiz hayallerimiz, toplumun ve çevrenin beklentileri bu yanlış budamaya neden olabilir. Bastırılan ve cesaretlendirilmeyen yetenekler ise ya tamamen körelecek Ya da sanata dönüşmesi için doğru zaman zemin ve emek sürecine sahip olamayacak ve ileri yaşların hobisi ya da uzak özlemi olarak kalacaktır. Bu gerçekleştirilemeyen özlem ise kişinin kendi çocuklarına aynı sabırsızlıkla kendi hayallerini dikte etmelerine yol açabilecektir.
Sevgi yoluna girme: Eleştirinin ya/yıkıcı gücü
Kişi sevginin bilgeliğine ulaşana kadar kendi karar mekanizmalarına ve güdü ve duygularına göre hareket etmeye programlanmıştır.
Sevginin bilgeliğine ulaşabilmenin ise iki yolu vardır. Birincisi bu dünyada vereceğiniz en yaman savaş ile diğeri ise sizin koşulsuz sevilmeniz ile. İkinci koşul çok seyrek olsa da gerçekleşebilir. Bu durumda sonuç bizi yine iki yola götürür.
Birincisi koşulsuz kabulün getirdiği cesaret ile içimizdekini dışarı çıkartma ve öğrenme fırsatını yakalamaya yol açar. Koşulsuz sevgi olağanüstü bir kendi gizlerini görme fırsatı verir insana. Hemen tüm kötülüklerinden kurtulurken gelişir olgunlaşır ve sevmeyi öğrenir insan ayrıca içindeki sanatçıyı zengin ruhu ve bolluk kapılarını açar.
İkincisi ise; kişi böyle sevildiğini ya da sevilmek istendiğini anlayamadan bu altın fırsatı kendisini seven insanı uzaklaştırarak kaçırır.
Sonuç kişiyi bir kez daha ikili bir sonuca götürür. Birincisi sahte ve gelişemeyeceği bir yaşama ya da ikincisi sevgiyi öğrenme yolunda başlayacağı en yaman savaşa…
Sevgiyi öğrenme yolunda karşılaşılan önemli duraklardan birisi eleştirinin gücü ve sonuçları ile baş etme savaşıdır.
İster eşlerimizle ister ebeveynlerimizle ya da iş hayatımızda olsun yeterince iyi olamama kendini beğenmeme ya da diğerleri tarafından eleştirilerek olduğumuz gibi kabul edilmeme endişesini yaşarız. Bu endişe bir çoğumuz için özellikle bazı ilişkilerimizde kabusa dönüşme potansiyeli taşır.
Kişi sevginin bilgeliğine ulaşana kadar kendi karar mekanizmalarına, güdü ve duygularına göre hareket etmeye programlanmıştır dedik.
Şimdi bu noktada hepimizin yaşamında farklı dozlarda yaşanan eleştiri gerçeğine değinelim. Eleştirinin gerçek anlam ve amacına bakalım ve sonra nasıl kullanılıp bizi nerelere götürdüğüne. Eleştiriyi yapan kişinin psikolojisine ve bu eleştiriyi alan kişinin yaşadıklarına.
Eleştiri ilişkilerin içinde ilaçla zehir arasında bir yer tutar. Ölçüsü kaçtığında tıpkı ilaç olabilecek bir zehirin dozu kaçtığında yapacağı etkiyi yapıverir ilişkiye. Üstelik bağımlılık içeren bir tutumdur. Yani eleştiren taraf pek bu davranışını bırakamaz. Eleştirilen taraf ise doz ve frekans yüksekse kendine güvensizlikten, öfke, hırslanma ve saldırganlığa kadar bir çok farklı tepkiye yönelebilir. Hatta eleştirinin acı verdiğinin farkına vararak savunma mekanizması olarak başta kullanmadığı bu silahı o da hiç farkına varmadığı bir bağımlılıkla kullanmaya başlayabilir.
Yukarda belirttiğim, güdü, duygular, karar merkezleri ve yaratıcılık esinlerinin toplamını kişi içinden gelen ses olarak algılama eğilimindedir. Şimdi mesele tam burada birkaç noktada çıkabilmektedir. Sırasıyla incelersek eğer:
1- Güdülerimizden kaynaklanan alelacele davranışlarımızın ya da alışkanlıklarımızın eleştirilmesidir.
2- Yaptığımızda sonucundan belirli bir keyif ya da güvenlik ve rahatlık hissi alacağımız eylemlerimizin eleştirilmesidir.
3- Keşif duygusu ve yaratıcılıkla yaptığımız girişim davranış ve ortaya çıkardığımız ürünlerin eleştirilmesidir.
Birinci durumda eleştiriyi ilk anda duymamız mümkün dahi değildir. Zira güdülerin özelliği şiddeti arttığında algıyı bloke etmesindedir. Güdümüz doğrultusunda tıkınabilir, öfkeyle bağırabilir, hatta birisine fiziksel ya da cinsel olarak kaba davranabiliriz. Her durumda akıl, düşünceler, karşımızdaki insanın duygu ve düşünceleri ile yaptığımız eylemin kötü sonuçlarının açıklığı bizi durdurmaz.
Şiddetli bir biçimde arzuyu dindirmeye çalışırız. Burada uyarılar, seslenmeler hemen hiç etki etmediği gibi eleştirilere karşıda daha şiddetli tepki verme eğilimi taşırız. Bu anda yapılan eleştirilerin hemen tamamı yerindedir ve eleştirilen kişi arzusunu dindirdiğinde maliyetlerini algılamaya ve bu konuda üzgün olduğunu belirtip eleştirene katılmaya başlar.
İkinci durum biraz daha karmaşıktır duyguların tatmin edilmesi güdülerin tatmin edilmesi kadar acil ve kaçınılmaz bir durum olarak göze çarpmaz. Duygular kişi üzerinde sessiz, uzun süren ve acı veren bir baskı yapma özelliğine sahip olabilir. Kısaca stres dediğimiz bu özellik ile kişi eskiden beri yanında getirdiği rahatlatıcı eylemlerini devam ettirme konusunda kimi zaman kaçamak kimi zamansa açık bir ısrara sahiptir.
Kişi kendi korkularını güvenlik ve rahatlık duygularını oluşturacak eylemlere girişip eleştirildiğinde güdüsel durumda olduğu gibi direnç gösterir. Bu direnç gücünü içte duyulan karmaşık duyguların gerçekliğinden alır. Kişi açısından bu duygular karşı tarafça anlaşılmadığı için yapmakta olduğu eylemin haklılığı anlaşılmaz. Üstelik stres yaratan bu duyguları çözümlemek pek kolay değildir.
Anlaşılmamak ve eleştiri ile eyleme engel olunma tehdidi ise kişi içinde rahatlama ihtiyacına karşı çıkan bir engellenme hissini doğurur. Engellenme hissi aynı konuda tekrara dönüştüğünde önemli kızgınlıklara hatta kine yol açabilir. Kişi burada sevilip sevilmediğini düşünürken anlaşılmamaktan ötürü kızgındır. Kızgınlık o andaki eleştiri haklı dahi olsa kişinin anlaşılması gerçekleşmediği için amacına ulaşamaz.
Üçüncü durum ise kişinin sanatsal ya da yaratıcı seviye eylemlerinin eleştirilmesi sırasında ortaya çıkar. Diğer bir deyişle yeteneklerinin eleştirilmesidir.
Yetenek icrası sırasında kişi belirli bir düzeyde kendinden geçiş yaşmaktadır. Yine diğer bir deyişle sol beyinden sağ beyine geçiş yaşamaktadır. Bu yaratıcı akışın başladığı andır ve kendi hızı, ritmi ve ahengi vardır. Kendi içinde mutluluk veren bir bütünlük taşır. Ayrıca algılanabilir somut bir ürünü vardır. Bu ürün, bir piyano bestesi olabileceği gibi, özel bir yemek, bir dans, bir tasarım ya da bir spor aktivitesi ya da yönetim biçimi olabilir.
Eleştiri yukarda açıkladığımız yaratıcı akış sürecini ve ürünü tehdit eder. Eylemlerini iyileştirme yönünde sürekli uyarı alan kişi bu doğrultuda hareket edemez.
Sürekli uyarı veya eleştiri aşırı kişiyi iki tür tepkiye yönlendirir. Birincisi kendine güvensizliğe yani eylemlerinin veya düşünce biçiminin sonuçları hakkında korku dolu bir endişeye sahip olma, diğeri ise hırslanma ile aşırı motive olarak tekrardan kendi eylemini bozmadır. Her durumda kişi istemediği ve korktuğu durumu başına getirir.
Eleştirinin Altındaki Niyet
Yukarıda anılan her durumda eleştirinin altındaki niyet değişebilir. Bunlarda, kıskançlık, kızgınlık, iyileştirme olarak üçe ayrılabilir.
İlişkilerimizde eleştirin ağırlıklı çıkış noktası karşımızdakinin iyiliğini istememizdir. Ancak bu iyiliği isteme niyeti yanlış metot ile maalesef eleştirilen davranışın çoğu zaman artmasına kimi zaman eleştiriye yer olmadığını anlamadan ön yargı ile farkında olmadan eştirmemize yol açmaktadır.
Eleştiri ilacının dozunu ayarlayabilmek için davranışın karşı tarafın güdülerinden mi duygularından mı yoksa yaratıcı yeteneklerinden mi çıktığını görmek gerekir.
Yaklaşımımızın ve göreceğimiz tepki ve direncin nereden kaynaklanacağını önceden kestiremiyorsak eleştirilerimiz ilişkilerimizi germe, mesafe ve soğukluk yaratma tehlikesi taşırlar.
İyi niyetli bir davranış yanlış metotla karşı tarafta kızgınlık ya da tam aksi olan yılgınlık içeren savunma mekanizmaların harekete geçirebilir. Bu durumda iyi niyetle yola çıktığını düşünen taraf kaba bir şekilde cezalandırıldığını veya umursanmadığını düşünecektir.
Eleştiri kimileri için detaylardaki aksaklıkları yakalayabilme yeteneklerinin icrasıdır. Ve genelde en tehlikeli ilişki biçimi bu “yeteneklerini” sürekli sergileyen bir tarafın varlığında gelişir. Böylesi bir yetenek ilişki içinde fazlasıyla icra edildiğinde köklü anlaşmazlıklar ve soğukluklar olması riski yükselir.
Özellikle görsel algı kanalı güçlü çalışanların bu yetenekleri ilişkileri için önemli bir risk taşır. Bu kişiler çok sevip çok geliştirmek istedikleri halde ilişkilerini kaybedebilirler. Zira eleştiri ilacının dozu fazla kaçmış ve artık karşıdaki insanı hasta etmeye başlamıştır.
Bu yetenekteki kişi kendi sanatından keyif alarak üstelikte iyi bir amaca dayandırarak yola çıkabilir. Ancak ilişki kişilerin koşulsuz sevgi ile sürekli gelişme gösterdikleri bir ortam olmalıdır. Koşulsuz sevgi ya da koşulsuz kabul ile mevcudu kabul etmeyip daha iyiye götürme-eleştiri- niyeti arasında çok ince bir çizgi vardır.
Yöntemlerimizin Eleştirilmesi
Yöntem eleştirisi işleri ve olayları kendi yolumuzla yönetme şeklimizin eleştirilmesi anlamına gelir ve genelde eleştirilen kişi için önemli bir kızgınlık sebebidir.
O güne kadar öğrenilmiş tecrübelerin algı ve değerlendirme biçiminin sürekli eleştirisi kişinin tüm temel yapısına yöneltilen tehdit olarak algılanır. Kişi kendi muhakeme ve bir eylemi gerçekleştirme yöntemi konusunda kendisine alan bırakılmamasından dolayı son derece mutsuzdur.
Eylemini ve onu yaratan kararları içindeki sesi dinleyerek veya tecrübelerine dayanarak gerçekleştirmektedir. “Onu bu yoldan çıkarmak demek kişinin kendi bağımsız değerlendirme ve hareket mekanizmalarını hiçe saymak” demektir.
Herkes biriciktir ve dünyayı algılama ve ona cevap verme biçimi bir diğerinden doğal olarak farklıdır. Bu farklılıklar gündelik neden, sonuç, amaç, beklenti, güvence konuları devreye girdiğinde çiftler arasında tutulacak yolun tayin edilmesi konusunda önemli anlaşmazlıklar ortaya çıkarabilir.
Eleştiriye neden ola farklılıklar ancak sevgi ile koşulsuz olarak kabul ortamı tam tesis edildikten sonra tartışmaya açıldığında tolerans görebilirler.
İlişkilerimiz genelde sevginin oluşturduğu güven ortamının tesis edilmesinden önce eleştiri ile yıpranmaya başlamaktadır.
Sevgi koşulsuz kabul demektir. İlişkisinde sürekli koşulsuz kabul ve beğeni gören kişi kendini güvende hissetmeye başlar. Bundan sonra yapısındaki tartışmaya açılması gereken alanları ortaya kendiliğinden çıkarmaya hatta yüksek kabul ortamlarının getirdiği ‘kendisiyle eğlenme’ olgunluğuna ulaşabilir.
Değişime yardım bu andan sonra gelmelidir. Kişi değiştirmek ya da daha iyiye götürmek istediği yönü ile duygusal bağlantısını kesmiş onu karşı taraf ile elbirliği yaparak iyileştirmeye hazırdır.
Eleştirenin bir durumu değiştirme ve iyileştirme amacına giden yol aslında sevginin emek dolu yolundan geçmektedir. Zira insan için değişim ve gelişim zaman alan, cesaret, kararlılık ve metotlar isteyen sabır dolu bir süreçtir. Durum böyle olunca salt eleştiriye dayanan müdahaleler yapıcı olmaktan çok kişinin iç mücadelesini sabote edici olabilmekte öfke ve tartışmalara yol açabilmektedir.
Eleştiriyi alan kişi, hata yapma konusuna eskisinden daha duyarlı hale gelir. Zira bu anda eleştiri o kişinin zihninde, ortaya koyduğu söz, davranış biçimi, fikir, yaratıcı eylem ya da ürün her ne ise bunun beğenilmediği ve mevcut haliyle kabul edilmediği izlenimini yaratır.
Bu durum her türlü davranış üzerinde kişinin kendi birikim ve yeteneklerini sorgulamasına neden olur. Beğenilmeme korkusu, kişiye özel yaratıcı akış sürecini sıklıkla kesintiye uğratarak ortaya çıkan ürünün bu sefer gerçekten bozulmasına neden olacaktır. Ortaya çıkan ürünün ya da davranışın istenilen düzeyde olmayışı ise doğal olarak tekrardan eleştirilme tehdidi ile karşı karşıya kalmasına neden olan bir kısır döngüye dönüşür.
Eleştiri içeren ilişkilerimiz bu nedenle gerilimli ve soğuk kaderlerinden kurtulamama riski taşırlar. Eleştirilen ya da ‘yeterli olamayan’ taraf kaçmaya ve yalan söylemeye başlar. Her durumda içten bir paylaşım şansı yitirilir.
Tarih ancak ders alınmadığında hem de eskisinden daha şiddetli olarak tekerrür eder. Ancak ilişkide yaşananların ve kendi biricik doğamızın çözümlenmesi bu zorlu kaderi değiştirebilir.
Eleştirenin psikolojisi: Mükemmeli yaratma bağımlılığı
Eleştiri yapanların bu eleştiriyi yapma nedenleri de farklılık gösterebilir. Bunlardan ilki yapanın eleştiriyi kendi, becerikliliğini ve kendi yaklaşımının üstünlüğünü gösterme fırsatını yakalamasıdır. Ortaya bir ürün çıkmıştır ancak eklenebilecek başka özellikler ile daha mükemmel olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki hayat adım adım basamakların tırmanıldığı bir süreçtir. Mükemmele ulaşma kişinin bağımsız çalışması ve kendi keşif duyguları engellenmeksizin gerçekleşmelidir.
Yaratıcı bir eserin ortaya çıktığı andaki övgü ve cesaret verici sözler eleştirinin aksine kişide otomatik olarak zaten farkında olduğu eksik yanları dile getirme ve düzeltme isteğini ve cesaretini doğurur. Birçok ilişki yıllar boyunca tek bir takdir sözünü bekleyerek geçer. Üstelik zaman içinde bu beklenti kimsenin geri adım atmak istemediği bir inat ile karşılıklı eleştiri ve taktirsizlik savaşına dönüşür.
Trajikomik olan her iki tarafında tek bir takdir alırsa karşı tarafa bunun çok fazlasını vermeye hazır olmasındadır. Ancak belirttiğim üzere bu istek kızgınlık dolu bir inadın altında boğulan bir fantezi olarak kalır.
Kimisi karşı tarafın takdir edilmedikçe ya da eleştirildikçe daha fazla çabalamasından gizli bir çıkar sağlar. Ancak uzun vadede bu bencil insanlar ilişkide oldukları insanı kaybederler. Kayıp ettikleri gün ise büyük bir boşluk ve beceriksizlik içerisinde kızgınlık ya da pişmanlık duygusunu yaşarlar.
Bir çoğumuz yaşamlarını eşlerine anne ya da babalarına kendilerini beğendirme zorlaması içerisinde geçirirler. Bu zorlama kişinin tüm benzer ilişkilerini etkilediği gibi başarısını, maddi durumunu, huzurunu ve sağlığını da etkileme gücüne sahiptir.
Hepimiz duygusal olarak olgunlaşma yolunda ilerliyoruz. Eleştirinin fazlalığı bu olgunlaşmanın gecikmesini kişinin bir çok durumda çocukluk dönemine ait duygusal düğümlerinin devamına yol açabilmektedir.
Her durumda insanların ilişkide oldukları insandan öncelikli olarak beklediği biricik varlıklarının onaylanması, kabulü ve takdiridir. Eylemlerimiz düşünce ve fikir ve eserlerimiz ile ortaya koyduğumuz varlıklarımız fark edilme, kabul edilme ve takdir edilmeyi beklerler.
Zira varlığımızın fark edilmemesi ya da kabul edilmemesi bizde varoluşsal korku dediğimiz ölüm ve izolasyon korkusunu doğurur. Bu korku her ne kadar tüm yaratıcılığımızın ve eylemlerimizin altındaki gizli motivasyonda olsa bunun fazlasıyla ortaya çıkışı davranış bozukluğuna ve depresyona yol açabilir.
Eleştiri varoluşa tehdittir, bu türden bir tehdidin dozu yukarıda da belirttiğimiz üzere iyi ayarlanmadığında sonuçları yıkıcı ve geriletici olabilmektedir.
Anlayış dolu bir ilişkiyi yürütmek bilinç, çaba, cesaret, sabır, dürüstlük, güven, paylaşım ve sevgi isteyen bir süreçtir. Bir ilişki için sarf edilen emeklerin bu değerler üzerinde yoğunlaşması gelişim, mutluluk ve huzuru getirir. İlişkilerini bu noktaya taşıyabilenler varmış oldukları olgunluk ile çevrelerine ve çocuklarına iyi model olma ve ellerinden tutma yetkinliğine sahip olabilirler.
Bu da sevginin en yüksek biçimi olan diğerinin gelişimi için hizmet etmeye dönüşür. Dönüşmüş ve aydınlanmış bir dünya ancak dönüşmüş ve sevgiyi ilişki biçimi yapabilmiş bireylerin oluşturduğu bir toplumdan çıkabilir.