Felsefenin psikolojiye göre düşünsel konularda daha tatminkâr oluşu birazda bu eksikliğin doldurulması ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Psikoloji bilimi çıkış kapısını görmekte zorlandıkça kendi bulunduğu kabı genişletmiş fizyoloji, nöroloji gibi tıp dallarının içine sızmaya başlamıştır. Kesinlikle gerekli olduğunu düşündüğüm bu gelişimin, diğer taraftan yalnızca köklerine doğru gelişmeye çalışan bir ağaç gibi göründüğünü belirtmeliyim. Meyvesinin ne olduğunu bulamayan pusulasını yitirmiş bir ağaç!
Psikoloji biliminin bu görüntüsünün transpersonel psikoloji ile kırılmaya başlandığını sevinçle gözlemlesek de birazda devrimsel yeni bir kavramlaşmanın henüz kendine yeterince yer bulamadığını belirtmek gerek.
Aydınlanma Psikolojisi kavramı insanı içinde bulunduğu bağlamın bütününde incelemeyi önererek kuş bakışı bir plan görünümü çıkarmaktadır. Bu bağlam öncelikle insanın varoluşsal amacını tanımlamakta ve onu incelemeyi gerektiren yedi ana bileşeni ortaya koymaktadır.
İlk altısını başta saydığımız yedincisinin ise birlik- bireyselliğin evrenselliğe dönüştüğü oluş hali- olduğu bu bileşenlerin ilk üçü psikoloji bilimince incelenmeye başlanmış geri kalan dördü ise kendilerine hak ettikleri yeri henüz bulamamışlardır. Transpersonel psikolojiin yedinci kademe birlik hali ve deneyimleri ile ilgileniyor olması ise aradaki basamakların atlanması nedeni ile arada anlamsız kalmış bir boşluğa neden olmaktadır. Transpersonel psikoloji dahi araştırma alanını daha anlamlı ve verimli kılabilmek için tüm yedi gelişim basamağının etkileşimlerinin anlaşılmasına ve incelenmesine ihtiyaç duymaktadır. Kaldı ki muhafazakâr bilimciler haklı olarak eksiksiz bir neden sonuç ilişkisini görmedikçe güvenli sularından çıkmak istememektedirler.
Aydınlanma psikolojisine belki de en büyük katılımı hatta temeli gestalt ekolü oluşturmuş, davranışçıların ardından bütüncül yaklaşımın gerekliliği üzerinde durmuştur. Ancak ileri görüşlü bir yaklaşım olsa da zeitgestin -zaman ve zeminin- hazır olmayışı bunu olanaklı kılmamıştır. Zira psikolojinin sonraki ekolleri ile ki bunlar humanistik, varoluşçu ve bilişsel- kendi gelişimini ilerletmesi gerekmiştir.
Günümüzde gerçekten de bir hedef eksikliği içerisinde gördüğüm bu bilim dalı artık insanoğlunun nihai hedefi aydınlanmayı inceleme alanına almalı ve bu yolda tam anlamıyla bütünsel bir yaklaşım oluşturmalıdır. Şimdi biraz Aydınlanma Psikolojisinin içine girelim.
Daha öncede bahsettiğimiz gibi A.P insanı yedi bileşenine ayırır. Bununla beraber bu yedi bileşenli organizmayı içinde bulunduğu çevresel faktörleri dikkate alarak inceler. İnsan söz konusu olduğunda bu, içinde yaşadığı mikro ve makro toplumdur.
Aileden en geniş anlamdaki dünya ve evren insanı olmaya uzanan bir etkileşim ağı bireyin düşünsel evreninini şekillendirmede birincil rol oynar. Tam bu noktada kalıtımda insanın kaderinin şekillenmesinde yerini alacaktır.
Bununla beraber kalıtımı, bir sonraki nesile geçirilen bilgi toplamının genetik potansiyeli olarak görmek gerekmektedir. Dolayısı ile birinci sırada dış faktörler ikinci sırada ise kalıtsal faktörler gelişen insanın kendi özgün aydınlanma yolculuğunun parçası olurlar.
Ailesine doğan bir bebek anne ve baba soyundan gelen genetik potansiyeli çevresel etkileşimi ile açmaya başlayacaktır. Davranışsal ve düşünsel yetenekler açısından kendi silsilesinin içinde kalarak yetişmeye başlayan çocuk dönemin yani bir sonraki nesilin yaşadığı bir topluluğun içerisindedir artık. Aile ve çocuğun düşünsel ve davranışsal dünyası toplumsal medeniyetin attığı adımlara göre de şekillenmektedir. Teknolojiden ideolojilere, gelişen bilim ve değişen inançlara kadar farklılaşmış bir çevresel etki yumağı çocuğun yaşamına erken yaşlardan itibaren girmeye başlayacaktır.
Dış evrenimizde bunlar yaşanırken iç evrenimiz, mutluluk, sevgi, huzur, arayış, anlam, doyum, acı gibi birçok soyut kavramı dengelemeye çalışmakta yaşamın içerisinde bir iç denge ve uyum arayışına yönelmektedir. Bu yönelim doğal olarak bedensel ihtiyaçlardan düşünsel ihtiyaçlara kadar birçok iç dinamiği etkilemektedir. Büyüyüp gelişen insanoğlu öncelikli ihtiyaçların giderilmesini garantiye almak adına çevresel faktörleri kullanmak, yönetmek ve uyum sağlamak için deneyim süreçlerini başlatır. Belirli bir doğası, evreni ve yaşam amacı olan insanoğlu geçtiği sayısız deneyim ve öğrenim sürecinden sonra kaderinin ne olduğunu bulgulamaya başlar.
Aydınlanma ile evrensel bilince ulaşma insanoğlunun ulaşabileceği nihai kader gibi gözükse de bu birçok insan için bir yaşam dilimi sonunda ulaşılabilen bir kader olmayabilir.
Burada kişi şu soru ile karşılaşır. Ben mi bütün mü evrilmektedir? Doğru cevap bütün devinmektedir olmalıdır. Ben olarak algıladığımız bedenli ve zihinli varlığımız zaten devinmekte olan bütünün parçasıdır ve ben bu yüksek kadere farkında olarak ya da olmayarak iştirak etmektedir.
Tahmin edileceği üzere bütüne gösterilen uyum tıpkı bir akarsuda akıntı yönünde yüzmeye benzeyecektir.
Öğrenim ve coşkuyu içereceği gibi, heyecan ve macerayı da kapsar. Diğer taraftan bu yüksek kadere uyumsuzluk durumunda ise yaşanan en belirgin durum dirençtir.
Direnci yaşamlarımızda, olması gerekene -akıntıya-karşı hissedilen şiddetli korku olarak duyumsarız. Direnç işe veya okula gitmeye, kimi zaman evlenmeye ya da ayrılmaya karşı hissedebiliriz.
Kişinin kendi sınırlarını diğerlerine ve doğaya karşı koruması için yapması “gerekenler” korku ve gelişim yönünde direnç yaratır.
Yaşamsal olanlar hariç her korku durumu analiz edildiğinde altında gelişim ve öğrenime karşı bir direncin yattığı görülür.
Burada direnç kelimesini büyüteç altına almak ve kozmik tasarımın nasıl işlediğini göstermek istiyorum. Direnç belirli bir yönde oluşan çekim kuvveti karşısında oluşan ters yönde oluşan başka bir kuvvete işaret eder. Biz bu çekim kuvvetini yukarda aydınlanma kaderi olarak üstü kapalı şekilde tanımladık. Şimdi ise açık bir şekilde yaşamlarımızdaki fonksiyonu direnç olan korkunun bizim nihai kaderimiz aydınlanmaya karşı bir kuvvet olduğunu görebiliyoruz.
Etkiden doğan tepki bizi bir kanıta götürüyor. Bu kanıt bir tarafta son durağı bütüne ulaşmak olan bir amacı gösterirken diğer tarafta değişim yönünde bir gelişime direnen korku kaynaklı direnci işaret ediyor. Böylece direnç kendimizi bütünle ilişkisiz ve ayrı olarak algılamamızı sağlayan dinamik olarak görev yapar. Sonuçta bizi ayrılık bilincinin içinde tutarak bütüne entegrasyonumuza karşı bir güç oluşturur. Bu güç kontrol edilene kadar kendisi belirli bir dengeyi oluşturur ve yavaş işleyen toplumsal evrim hızına endekslenir. Dümeni eline alıp dirençleri kaldırmaya başlayan birey, öğrenim ve gelişim kapılarını açar. Sonuç son noktaya kadar bütünün büyülü anlamını idrak ve bireyselliği bütünsellikle birleştirmedir.
Yukarıda yaptığımız üzere büyük resim üzerinde konuşmak, o resmin içindeki her bir parçanın anlamlı bir fonksiyonu olduğunu gösterirken; bizlere düşen bulmacayı andıran bu resmin parçalarını sonunda çıkacak şekile göre konumlandırmak olmalı.
Aydınlanma ve evrensel bütüne ulaşma resmin son hali olduğunda karşımıza çıkan her deneyimin ve bilgi kırıntısının bu amaca hizmet eden birer fırça darbesi olduğunu bilmek bizi kaybolmuşluğumuzdan kurtaracaktır. Bu yolda bilinçlenmiş ve yol kat etmiş rehberlerden ve öğretmenlerden destek alarak yolculuğumuzu kaderimizle uyum haline sokabilir, direnç korku umutsuzluk, yerine coşkunun, mutluluk ve bilgeliğin kapılarını açabilecek bir hayat yaşayabiliriz. Bu yolda en büyük öğretmenin hayatın kendisi olduğunu bilmek ise bizleri tutkulu bir öğrenci yapmalı yaşamı ben adına güzelleştirirken bize olan katkımızı artırmalıyız.
Her bir parçanın öğrenim amacı taşıyan birer deneyim oluşu bizim yaşamımıza niyetli bir farkındalığı sokmamızdaki gerekliliği de beraberinde getirmekte. Böylesi bir farkındalık adeta hayat gemimizin projektörü gibi bulunduğumuz yerin haritasını oluşturmamıza yardımcı olacaktır.
Öncelikle insanın kaybolmuşluğu, yaşamın anlamsızlığı ve amaçsızlığı tarzındaki evrimsel gelişimimizi yavaşlatma ihtimali taşıyan depresif düşünceleri çözme açısından bulunmaz bir yol haritasına başından beri sahip olduğumuzu bildirmeliyim.