Türkiyem Memleketim

Mutlaka okumalısınız! Aşağıda ekşi sözlükten üniversiteden dostum Berkant’ın yakaladığı harika bir yazı buldum. Benim ise fırsatçılık maddesine ekleyeceklerim var.

Rahat bir dil kullanıldığı konusunda hatırlatmada bulunmalıyım.

 

Efsanevi genetik kurnazlığımızı pratik zeka olarak aklama garabetini ayrıca detaylandırmak gerekir diye düşünüyorum.
Bence bunun için ayrı bir başlık açmalıyız: Sabah yataktan kalkar kalkmaz kime ne çakarım diyen bir toplumda arkamız duvara dönük yaşamazsak o gün başımıza mutlaka sinir bozucu bir kaza gelir.

Ya cafedeki 28 liralık hesabın 16 lirası  2 adet su, 12 lirası kuverdir, ya 18 bin lira verenler askerden dahası savaş durumunda askere gitmekten yırtarlar, ya taksici ile onun sevdiği yollardan gidersiniz….ya Sabancı’nın çağrı merkezini aradığınızda para ödersiniz…

Karşılaştığınız Törkiş fırsatçlık-kazıkçılık örneklerini yazarsanız benim blogda toplamak istiyorum, şimdi ekşi sözlükteki yazıya bakalım:

 

……şöyle bir düşününce, sonucunda insanların amok koşusuna çıkmamasının mucize olduğu sebeplerdir. şahsen çıkacak gibi olduğumdan dolayı, nispeten yakın bir zamanda türkiye’den siktir olup gitmek için elimden geleni yapıyorum şu sıralar. her türlü baskı, dini yasaklar, cinsellik yüzünden cezalandırılacağını zannetmek, öte dünya vaadleri, sürekli körüklenen paranoyalar, fakirlik, tebaa psikolojisinden kurtulamamak, bireyselliğin sıfıra yakın olması, vıcık vıcık aile ilişkileri, acı ve çile çekmekten zevk almak/karşılığında ödüllendirileceğini ummak, ahlaksızlığı pratik zeka zannetmek*, eğitim ve evlilik gibi konularda saçmasapan yaş kriterlerine uymak için yanlış yapmak, arabeskliğin alkışlanması, kendinin olmayan başarılarla övünmek, hep bir kurtarıcı aramak, daha uzatsam 4 katını sayabileceğim birkaçıdır bu nedenlerin.
şöyle bir bakarsak,
cinselliğin yasaklığı ve cinsel açlık: ortalama bir türk insanına göre dünyanın en kötü şeyi cinselliktir, çünkü evlilik dışı yapıldığı zaman cezası cayır cayır yanmaktır. savaşlardan, katliamlardan, her türlü doğal/yapay felaketten çok daha kötüdür. “dükkanın kapısına iki tabure atsam da liseli kızların götüne baksam” diyen esnaf için de böyledir bu, 45 senelik evli bir kadın için de, kotunun belini çekiştirip duran genç kız için de, “üniversiteden tanıştığın kızla evlenilmez, bakire değildir o” diyen bölüm birincisi genç erkek için de. cinsellik kötüdür çünkü bir erkekle sevişen kız o erkekle evlenmezse artık herkes tarafından umuma açık bir delik olarak görülür ve eski türk filmlerindeki gibi, seviştiği erkekten ayrıldıktan hemen sonra en yakın geneleve gidip kaydolmalıdır.  Türk dizilerinde çok aşık olarak evlendiği kocasıyla bile ilk hafta korkudan seks yapamayan frijit bardot esas kız ise herkese bir melaike olarak görünür, çünkü içten içe cinsellik denen kötü şeyi sevmiyordur.  Cinsellik kadınların elinde bir ceza ya da ödül, kendileri içinse kimyasal silahtan daha tehlikeli bir lanettir.  Mesela bir kızın bir erkekle seviştikten sonra ondan hoşlanmadığını, yaşadıklarından zevk almadığını farketme, aslında hiç de uyumlu olmadıklarını düşünme ve kendine her açıdan daha uygun birini arama gibi bir düşüncesi olamaz bile. Eğer seviştilerse ve bekaretini o erkeğe verdiyse, mutlaka ama mutlaka onunla evlenmelidir, kendi bedeni, kalbi filan önemli değildir artık, o erkekle evlenmeli ve gerekirse ömür boyu mutsuz olmalıdır. çünkü toplum kızdan bunu beklemektedir: madem bir erkeği kendine dokundurmadan nikah kıydırmayı başaramadın, o zaman bu eksik halinle de olsa o nikahı kıydıracaksın!
Dükkanının önüne tabure atıp gelen geçen kadınlar ufukta kaybolana kadar popolarına bakan esnaf, kendisini endüljans kağıdı satın alır gibi cennete götüreceğine inandığı muhafazakar partiye oy vermektedir. eşiyle görücü usulü evlenmiştir ve gençliklerinde bol bol dövmüştür. şimdilerde çok mecbur kaldığı zamanlarda kadına bir delik muamelesi yaparak kendini tatmin etmektedir, bir yandan da “mini giyinerek tahrik olmama sebep oldu” bahanesiyle dükkanına bisküvi almaya gelen liseli kızlardan birini arkaya çekip tecavüz etme isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Esnafın kızı kapalıdır ve lanet olası günahkar hormonları yüzünden gülhane parkı’nda mahalleden sevgilisine göğüslerini elletmektedir, abisi ya da babası duysa kızı öldüreceklerdir. Esnafın oğlu ise “erkek adam”dır ve ara sıra karıya gitsin diye cebine babacan bir tavırla para sıkıştırılmaktadır olur da bu karıya gitmeye alışık erkek evlat, bir gün sadece çüküyle değil kalbiyle de seveceği ve anlaşacağı bir kızla tanışsa bile, eğer kız bakire değilse veya kendisiyle evlenmeden birlikte olursa, ne kadar severse sevsin onunla değil, annesinin bulduğu bakire bir kızla evlenecek, üstteki hastalıklı döngü tekrar edecektir.
Çünkü cinsellik günahtır, kötüdür, kadınlarını korumayı bilmeyen bir toplumda ve ülkede kadınların felaketidir. dini baskılarla bunun en insani ihtiyaçlardan biri olduğunu reddetmeyi öğrenmiş olan toplum, kızlı erkekli aynı evde kalma ihtimaliyle çıldırırken, yılda yüzlerce kadının 3 dakikalık bir tatmin aracı olarak kullanıldıktan sonra başına gelenleri kimseye anlatmasın diye şişme bebek yok eder gibi bıçaklanıp, kurşunlanıp gömülmesine ise pek ses çıkarmamaktadır..
Türkler en mükemmel millettir safsatası: bugün bunu savunanların elinde kalan son argüman “avrupa’da taharet musluğu yok bir kere, götlerini yıkamaktan acizler ahuahau” gibi zavallılıklardır, “orada 18 yaşına gelen çocuğu ya sokağa atıyor ya da kira istiyorlarmış”, “sokakta ölsen bir de gelip üzerine işiyorlarmış” gibi birkaç tanesi de fantastik edebiyatın başarılı parçaları sayılabilir asdfgfdgfds… ulan bizim taharet musluğumuz var da o yüzden mi hava birkaç derece ısınınca bu memleketteki toplu taşıma araçları ölü eşeklerin terkedildiği mezbaha gibi kokuyor? 7 yıldır yıkanmamış triko + sigara kokusu dokumasına işlemiş palto + kışın haftada 1 yıkanan insan kombosundan çıkan o zehirli kokuyu Londra’da mı alıyorsun aziz istanbul’da mı? hahaha taharet musluğuyla övünen, abdest alınca temizlendim zanneden gerizekalılar topluluğu diye bir gerçek var lan bu ülkede. Gavurlar 18 yaşına gelen çocuklarını evden atıyorlar, he yavrum he atıyorlar. demiyor ki “çocuk okutmaya harcayacağım parayla hipermarket açtım, bağcılar’ın ortasına aile apartmanı diktim, oğullarım 45 yaşına da gelseler eninde sonunda benim elime bakıyorlar. böyle üst üste, eğitimsiz, vıcık vıcık bir topluluk halinde yaşıyoruz evelallah”. adamın çocuk sahiplenmekten anladığı bu çünkü, “korkutma dışında terbiye, din kuralları haricinde ahlak, eğitim vermeyeyim, ama emekli ikramiyemle bizim oğlanın kumar borcunu sildiğim an dünyanın en iyi ana-babasıyım.”
Kalıtsal psikolojik ya da fiziksel rahatsızlığı olan oğlunu “evlenince düzelir, ne olursa olsun çocuk yapsın” diye evlendirmeye çalışan, görücü usulü bulduğu kızın ailesi caymasın diye çocuğunun hastalığını saklayan, ya da direkt başlık parası vererek kızı kurbanlık koyun gibi satın alan aile ne kadar harika oysa değil mi? “bir kızın hayatı mahvolsun ama benim oğluşum elden ayaktan düşünce altına sürgü verecek biri olsun, hem bize de bakar. Ne kalıtsal hastalığı canım? torunlarımızı köy yağıyla besleriz bir şeycik olmaz” ne kadar da insani bir düşünce biçimi, zaten bir tek Türkler bu kadar insani olmayı başarabiliyor neyse ki, Avrupalılar zalim hayvanlar.
Bir de çok misafirperveriz tabi ki, turiste fazladan hesap itelemek olsun, tura çıkmış yerli/yabancı turist kadınların daha 500 km gezemeden tecavüze uğrayıp öldürülmesi olsun, misafir evde yokken odasına girip donlarına kadar incelemek olsun hep dünya çapındaki misafirperverliğimizin ispatları.
vıcık vıcık aile ilişkileri: el öpmek, kayınvalideye “anneciğimmm” demeye mecbur olmak, bir insanı sırf akrabayız diye sevmek ve ona katlanmak zorunda olmak, daha neler neler.. keşke ben de her genç kadın gibi 5 yaşından itibaren gelinlik modeli, düğün mekanı, balayı bilmemnesi hayal edip dursam ama ben 5 yaşından beri “evleneceğim kişinin annesine neden anne demek zorundayım ve nasıl diyeceğim?” diye düşünüyorum lan.
(bkz: ingilizlerin hem dayıya hem amcaya uncle demesi/@isolde)
bence çevredeki evli insanların özellikle kayınvalidelerinden ölesiye nefret etmelerinin ve zamanla cinsellikten tamamen soğumalarının temel sebebi bu, neden anne diyim elin 25 ve üzeri sene tanımadan yaşadığım kadınına amk? oğluyla/kızıyla evlendim diye o benim anam olmak zorunda mı? işte böyle annesi anne olunca, karı – koca da zamanla bacı-kardeş oluyorlar, aynı yatağı değil de aynı rahmi paylaşmışlar gibi. hele bunun eşin annesine “adı + anne” şeklinde söyleneni var ki beni benden alıyor: “neriman anneciğimm”.
aslında demek istiyor ki “neriman karısı, sana anne dediğim için acı çekiyorum ve keşke sağır olsan da bir daha demek zorunda kalmasam ”
bu vıcık vıcıklığın daha acı tarafları, akrabalık ayağı yüzünden normalde muhatap olmayacağın insanlarla pazar kahvaltılarına aynı sofrada oturmak, eşinin kardeşi evlenmek için bir gop kezbanı ya da futbol için ölen holigan seçmişse bile o senin eltin, görümcen, bacanağın, dünürün, kayınçon, bilmemneyin diye sevmek ve birlikte vakit geçirmek zorunda olmak. Herhangi bir günümün 3 saatini neden bir “kocişim, bebişim ve yeni masa örtüm” kadınına ya da “abi fener ne koydu yaa” adamına ayırayım lan?
özel sektörde sabah 9 akşam 7 çalışan, biraz nefes almak için erken rezervasyon yaptıracağı bayram tatillerini, yıllık izni bekleyen zavallı bir kadın/adam, bir tatili daha “kayınvalidesinin çok ağlaması ve üzüntüden hasta olması” sonucu Akçay’da bir yazlıkta 15 kişinin bulaşığını yıkayarak, bir bayramı daha kaynananın bayram ziyaretine gelen misafirlerine baklava tabağı hazırlayarak, kayınpederinin askerlik anılarını 3 milyonuncu defa dinleyerek geçireceğini öğrenince, o zavallının psikolojisinin bozulmasından daha normal bir şey yoktur herhalde?
ama işte “biz çocuklarımızı bugünler için yetiştirmişizdir, gün gelip de genç ömürlerinin, özel zamanlarının ve evliliklerinin ortasına sıçmak için.
çocuk yetiştirmede “bak ruşen amcanın oğlu sedat’a” ekolü: eminim ki her ailede bir ruşen amcanın oğlu sedat vardır, ve eğer bu sedat’la yakın yaşlardaysanız ben söyleyim, sıçtınız. aklınızın erdiği anda gidip “çevresinde sedat olmayan bir aileye evlatlık verilmek istiyorum” diye başvuru yapın, çünkü;
ruşen amcanın oğlu sedat daha bebekken annesini üzmemek için kısık sesle ağlar,
yemeklerini düzgün yer, zinhar yaramazlık yapmaz, bebeklerini/arabalarını kırmaz, üstünü kirletmez,
siz küçükken normal bir çocuk gibi davranırsınız, sedat ise bolşoy tiyatrosu baş balerini/baleti gibi,
sedat tabi ki okulda da çok başarılıdır, siz de başarılı olabilirsiniz ama o usludur da,
yıllar geçer, sedat hemen okulunu bitirir, bu süre içinde bir rahip/rahibe gibi takıldığı için papalıktan nişan gönderilmiştir ona. hemen para kazanmaya başlar ve en az kendisi kadar örnek bir sedatcan/sedatgül bularak daha 20’lerin ortasına gelmeden evlenir. düğün takılarıyla bir de toplu konuttan ev kredisine girdiler mi ondan daha başarılısı yoktur!
sedat sanki olimpiyatlarda tek başına tüm altın madalyaları toplayan bir sporcudur, türk ailesinin kafasındaki bir an önce mezun olma, memur olma, haftada 3 gün kaynanasına gitmekten şikayet etmeyecek bir gelin/damat bulma, evlenme ve yavrulama olimpiyatları.
ve işte siz bu “bak ruşen amcanın oğlu sedat’a” yağmuru arasında ne kadar sedat’la çok farklı olduğunuzu, dünyaya ayrı gözlerle baktığınızı, sedat’ın ne yapıp ne yapmadığının onun adına sevinmek dışında gerçekten sizi hiç bağlamadığını anlatırsanız anlatın sesiniz duyulmaz.
bir gün dünyanın öbür ucundan yaptığınız bir telefon konuşmasında “alo.. alo anne galiba hat kesiliyor.. anne ben seni sonra ararım hiç duyamıyorum” diyerek sedat’ın son 1 ayda imza attığı yeni başarıları dinlemekten kurtulabilirsiniz belki?
tebaa olmak için yanıp tutuşmak: “hiçbir şey için götümü kaldırmadan, beynimi çalıştırmadan elalemin 500 sene önceki başarılarıyla övüneyim, cahilliğim normalleşip sevimlileşsin, ahlaksızlığım ve kabalığım göklere çıkarılsın, ama ben bana bu iyilikleri yapandan da ölesiye korkayım bir yandan” zihniyetidir. her fırsatta tebaa olmak için yanıp tutuştuklarını belli eder, seçimle gelmiş bir adama “son osmanlı padişahı” derler. artık yerleşik hale gelmiş cehaletlerine, tembelliklerine, her konuyu 200 sene geriden takip etmelerine bakmadan, zamanında bol bol işgal ve yağma yapmış bir monarşi ile övünür, “keşke yaşasa da ayaklarını öpsek, bakire kızlarımızı koynuna sokup cenneti garantilesek” derler. evet, ne bilim önemlidir, ne de çok çalışmak.
önemli olan yağma, talan, işgal ve dinini zorla yaymaktır, “o düzen devam etseydi şimdi tüm dünya bizimdi ah ahhh” derler, tabi yazım yanlışlarından dolayı ne dedikleri pek anlaşılmaz.
“filanca şehzade öldürülmeseydi her şey çok farklı olacaktı, şimdi süper güç bizdik, ikinci elizabeth padişahımızın cariyesi olurdu!!!” hayaliyle bağırlarını döver, facebook’ta dizi fragmanlarının altına “kulluğumuz şehzade mustafa’ya ayan!!” yazarak dededen kalma bdsm tutkularını belli eder, bu kadar keskin bir kadercilik, günah korkusu, fetva bağımlılığı, tembellik ve aptallıkla modern dünyayı şekillendirmede bir aktör ve modern zamanda bir bok olunamayacağını asla düşünemezler, tüm hayalleri 500 sene önce ölüp gitmiş bir adamın yapacağı olası işgal ve yağmalar üzerine kuruludur.
ellerinde o çok övündükleri taharet boru hattından bir asa ile süper güççülük oyunu oynar, akşam yemeğinde bol bol tahıl tüketip şarkı yarışmasında “kocişim biyaycık çaldığı için bebişim çok mağduyy” diye ağlayan şarkıcı kadına destek mesajları yağdırırlar.
ne kadar “cehaleti koruma ve allahın yer yüzündeki gölgesi diye gazlanan birilerine boyun eğme” = o kadar çok “cennete gitme ve burada yasak olan ne varsa, özellikle cinsellik ve alkole kavuşma” şansı. bir toplumun yüzyıllar boyu bu denklemi düşünüp normal olması beklenemez zaten.
ahlaksızlığı pratik zeka zannetme: tabi canım, sen bilet parası ödemedin ve çok akıllısın, o insanların hepsi salak ve enayi, zekaları da 10 köşeli, evet, çok zekisin sen, çok zeki, zekiii…

Yorum bırakın

* Note: Your email will be kept secret and not be published

Translate »