Kurumlarımızın, kuruluşlarımızın adaletli ve eşitlikçi olmasını istiyoruz değil mi?
Peki biz onlardan ayrıcalık talep ediyor muyuz?
Bu şekilde bir ayrıcalığın gururumuzu okşamasına veya maddi bir kazanç getirmesine çok kapalı değiliz, değil mi?
Bankada sıraya girerken bile o bankanın müşterisi olmanın ayrıcalığı ile 20 dakikadır bekleyen birisinin önüne geçmek artık hepimize doğal mı geliyor?
Ya da şirketiniz ücret, haklar, primler konusunda size bir ayrıcalık tanısa nasıl olur? Peki siz bu ayrıcalığı talep edebilir misiniz, neden olmasın mı diyorsunuz?
Tüm taraflarca isteklerin rasyonalize edilip eşitlik ve adalet değerlerinin ‘bir kereliğine’ göz ardı edilmesini nasıl karşılarsınız?
Peki yöneticilerimiz ve çalışanlar bu talepler ve değerler arasında bir sınır koyabiliyorlar mı?
Yoksa onlarda başka endişeler ve ayrıcalıklarla değerleri olduğunu belirli periyodlarda unutuyor mu?
Kurumların toplantı salonlarında, web sitelerinde, başucu kitaplarımızda yazan değerler sadece grafik dekorasyon unsuru mu?
Evet konu hep ve her zaman erdemler. Ancak erdemlerin işlevsel olabilmesi için erdemlerinde ihtiyaç duyduğu temel bir tutum var.
Eşitlik adalet, dürüstlük, sorumluluk, saygı, çalışkanlık, cesaret, nezaket, iyilik gibi erdemlerin bir çatısı bulunuyor.
O çatı bizim kültürümüze henüz yerleşmemiş yalnızca bazı okullarda yeni müfredata girmeye başlayan ‘bütünlük’ (integrity) tutumudur.
Bütünlük, erdemlerin hepsinin her zaman bir arada olma tutarlılığı anlamına gelir.
Yani aslında erdemlerden birisi eksikse diğerleri gerçekliğini ve geçerliliğini yitirir.
Adaletsiz bir kişinin dürüst olması, sorumsuz birinin iyi olması, kaba bir kişinin cesur olması veya diğer eksik kombinasyonlar, kişide kalan tüm erdemlerin yarattığı değeri silip götürmektedir.
Dilimizde ise, ‘karakter’ veya ‘omurga’, sözcükleri bütünlük tutumunu tanımlama şeklimiz olmuştur.
‘Karaketerli insan, karakterli çalışan’ ‘omurgalı yönetici’, vb.
Diğer taraftan sınav niteliğindeki deneyimler esnasında ortaya çıkan erdemlerdeki zaafiyetler, bizde karaktersizlik ve ‘omurgasızlık’ çağrışımı yapar.
En hafifinden tutarsızlık ve güvensizlik yaratır.
Hatta tüm kültürlerde bütünlük onurla eşdeğer olup onurun yitirilmesi durumunda özellikle Japon ahlakı gereği kişi ölüm kalımla sınanır.
Tam burada Osman Gazi köprüsünün yapımı esnasında intihar eden 51 yaşındaki Japon Mühendis Kishi Ryoichi ve İstanbul’daki kaldırımların her yıl yeniden bozulmasına neden olanları aynı anda düşünmeden edemiyorum.
Benzer bir sorumluluk duygusu kültürümüzde yerleşmiş olsaydı muhakkak ya kaldırımlar için kaynaklarımızı israf etmekten kurtulurduk ya da canlı müteaahit ve belediye görevlisi kalmamış olurdu.
Bütünlük için erdemlerden oluşan sınırlarımızı koruyabilme becerisidir de diyebiliriz.
Eğer bütünlüğümüzü ‘ama şartlar!, ‘canım gerçekçi olalım’ veya farklı gerekçeler ile, yani bilinçli bir şekilde rasyonalize ederek bir kere bile deliyorsak kendimizde dahil olmak üzere, toplumun, iş yerlerimizin, ülkemizin neden böylesine yozlaştığı ve fırsatçılığın yeni standardımız olduğu ile ilgili hayıflanma hakkımız bulunmadığını hatırlamalıyız.
Öte yandan bütünlüğün postürümüzü ve psikolojimizi düzeltebilecek, yani başımız dik içimiz rahat tutmamızı sağlayacak güçleri olduğunu dahi ileri sürebiliriz.
Hatta bütünlüğün şu günlerde çok ihtiyacımız olan kolektif olarak uygulandığında onurlu, özgür ve en önemlisi umutlu olmamızı sağlayan temel bir özelliği daha bulunuyor…
Bir başka yazıda devam edelim.