Dengeli bir aidiyet hissi kişiyi güven duygusu ile desteklerken salt ait olunan grup ile var olabileceğini düşünmek aidiyet saplantısı riskini ortaya çıkarabilir.
Bu tür bir saplantı kendisini ırk, etnisite, takım, ideoloji, siyaset, milliyet, memleket ve inanç gibi konularda gösterebilir. Kişi (birey değil) grup ile var olur ve grup ile yok olur. Gruba gelen tehdit kendi bedenine gelmişcesine reaksiyon verir. Farkın ayırdına varamaz. Kendini bireyselliğini kuran özdeğer ve ilkeleri yoktur veya sığdır.
Grup kişide var olan bu boşluğa zengin ve harekete geçirici bir ilkeler manzumesi dikte eder ve aidiyet koşulu için grup yasasına uyumu ve gerektiğinde savunmayı zorunlu kılar. Kimi durumda bu koşullar doğumdan itibaren çevrede doğal olarak hazır bulunur ve kültürün gereği olarak yeni doğana işlenmeye başlar.
Kimi durumda ise yetişkinlikte dahil olunan ortamı oluşturan bu unsurlar aynı ortamın kültürü olarak benimsenir.
Etkili liderler, somut veya grafik semboller, ritüeller(törensel tekrarlar), grup içi saygınlık görmek, ödül ve cezalar grubun mensup toplama ve barındırma stratejisinin parçalarını oluştururlar.
Sonuç;
Kendisini var eden grupla özdeşleşme ve dış dünyayı potansiyel tehdit olabilecek diğer aidiyet grupları olarak algılamaktır. Bu durumda bölünme, ayrışma, fanatizm, farklılığa duyulan açık veya gizli öfke, diğerinden iğrenme, nefret, çatışma ve kendini irrasyonel feda kaçınılmazdır.
Lidere, yöneticiye, sembole, ideolojiye vs. duyulan “aşk” ile rasyonalize edilen her türlü aidiyet, “‘birey” oluşumunu engelleme ve grupta erime riski doğurur.
Aidiyet saplantısı ile kendi grup değerlerini diğerlerini yok etme pahasına öne çıkartma, toplumsal ölçekte barış, birlik-ekip ruhu ve demokrasi önündeki ciddi engellerdendir. Demokrasi farklılığın/çeşitliliğin oluşturduğu kaynak havuzunun karşılıklı saygı ile korunmasıdır. Doğada var olan ve insanlığın kendi başına ördüğü tüm sorunlar ancak böylesi bir çeşitlilik havuzunun zengin bakış açıları, kültürleri, birikimleri ve metodları ile çözümlenebilir. Gerçekte kişi ya da gruplar ancak tıpkı biyolojik çeşitliliğin hüküm sürdüğü doğada olduğu gibi bir diğerinin kendisinden farklı olması sayesinde hayatta kalabilmektedir.
Oysa kişi ya da grup için farklı olan çevresel unsurlar yine evrimsel hayatta kalma stratejilerimizce refleks olarak saldırya uğrar. Zira önce türdeşlerimiz arasında hayatta kalabileceğimizi öğrenmiş durumdayız.
Öte yandan insanı insan yapan en önemli özellik ise içinde bulunduğu koşulları salt duygusal veya güdüsel reflekslere göre yaşaması değil bunları rasyonel düşünce ile sorgulaması ve muhakeme etmesidir.
Muhakeme yani duygusallıktan arınmış bir analiz ve anlamlandırma yapıldığında farklı olan her unsurun yaşam ormanında bir yeri ve fonksiyonu olduğu gerçeği kendisini gösterir. Tabi bunun için farkılılığın tehdit olduğu algısının kesin olarak ortadan kalkması gerekir.
Zira tek bir tarafın bu düşünceye sahip olması diğer tarafın kendisini tehdit altında algılaması ile savunma ve saldırı refleksinin devreye girmesine ve sonraki adımda çatışmaya gitmesine neden olan otomatik yolu açar.